17 Şubat 2010 Çarşamba

Fransa'da Lâik Sistem ve Toplum

Müslime Genç Şuuru kitabında Avrupalıların kendi medeniyetlerinden feryâd-u figan ederek, aile yapısını, aile huzurunu erkek ve kadının birbirine bağlı kalıp huzura kavuşmaları için arayışta devam etmelerini anlatırken söyle diyor:
Son son işin hakîkatini anlayan Tony Anatrella'nın sözlerini, 26 Mart 1993 Cuma tarihli Türkiye Gazetesi'nden buraya alıyoruz:
20'nci asır, çocuklarımıza varlık sebeblerini düşünmeyi bile unutturdu. İdeallerini kaybeden Fransız toplumu başta olmak üzere insanlık, bugün için ruhunu unutmuş ve ihmal etmiş durumdadır. Bunun sebebi lâik rejimdir. Din eğitiminin ortadan kaldırılmasıdır. Lâik sistem, bu bunalımlı ve hastalıklı toplumun yeşermesine yol açmıştır. Dinimizden bahsetmekten utanıyoruz. Biz Fransızlar, aslımızdan, dînimizden, geçmişimizden, atalarımızdan, babalarımızdan bahsetmekten utanır hale geldik. Toplumumuzdaki işsisizliğin, cinayetlerin, zinanın, boşanmaların, cinsî sapıklık ve tacizlerin, AIDS'in, uyuşturucunun, intiharın ve bütün saldırganlıklarının temel sebebi, Allah'ı inkar, dîni küçük görmek, ona karşı gelmeyi üstün bir şeymiş gibi görmek ve ahlaksızlıktır. İdeallerimizi kaybettik. Her yıl 135 bin insan intihara teşebbüs ediyor. Bu durum, dînî inancın kalmadığı toplumumuzun ideallerini kaybettiğini göstermiyor mu? Hepimiz bir felaket dönemi içerisinde, inançsızlığın hâkim olduğu bir ülkede yaşadığımızı bilmeliyiz. İnançsız yetişmek ve bu tip nesiller yetiştirmekle, bizler kendimizi daha yaşarken öldürüyoruz. Başta basın, radyo - televizyon olmak üzere medya ve bütün sanatçılar, bize zaman öldürmeyi öğretti. Birçok genç de, ideal olarak bu tipleri önder seçti ve bunlarla özdeşleşti. Geleceğin, istikbâlin bir manası yoksa, hayatınki nasıl anlaşılabilir? İdeali olmayan toplumun geleceği yoktur. Geçmişine sahip çıkmayan toplum da ölmeye mahkumdur.
Demek ki laikliğin sorgulanması Fransa'da mümkün. Avrupa'ya her alanda uymak isteyenler bunda uymuyorlar. Se'adet-i Ebediyye kitabının yazarı, kitabın önsözünde tahsil hayatından bir miktar bahsediyor. Bunun da bir kısmını Avrupalılaşma hareketinin çok masum olmadığının anlaşılması için buraya yazıyorum:
İlk tahsîlimi, baba yerim olan İstanbulda, Eyyûb sultânda, Reşâdiyye nümûne mektebinde yapdım. Evimden ve ilk mektebden din terbiyesi, din bilgisi aldım. Halıcıoğlu Askerî lisesi Orta ve Lise kısmında okurken, mekteblerden Kur'ân-ı kerîm ve din dersleri kaldırıldı. Allahü teâlânın, sevgili Peygamberimizin ve islâm âlimlerinin ismleri söylenmez oldu. Hiçbir hocamız din bilgisi vermiyordu. Onları yüksek, olgun tanıyor, çok saygılı olmak istiyordum. Fekat, mukaddesâtıma saldıranları görünce, hayâl kırıklığına uğradım. Îmân ile küfr arasında bocaladım. Küçük aklımla düşünerek, müslimânlık olarak öğrendiğim bütün bilgilerimi inceliyordum. Hepsinin fâideli, iyi, kıymetli olduğunu görüyor, bunları fedâ edemiyordum. Altı sene, bu iki te'sîr altında sarsıldım. Birkaç sene önce, berâber oruc tutduğumuz, nemâz kıldığımız arkadaşlarım, öğretmenlerin ve gazetelerin iftirâlarına aldanarak, ibâdetden vazgeçdiler. Yalnız kalmak, beni dahâ da üzdü. Acabâ haksızmıyım, yanlış yoldamıyım diyordum. (m. 1929) senesinde, lise son sınıfda, onsekiz yaşında idim.
...
.

Hiç yorum yok: