16 Kasım 2008 Pazar

Ordu Dini Kullanmayı Atatürk’ten Öğrendi

Atatürk “ben size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum.” demişti. Askerlerinin onun bu sözüne itaat edeceğini biliyordu. Bunu Corienne Lütfü’ye Çanakkale'den yazdığı samimi mektuplardan okuyoruz:
Aziz Madam,
Karargâhımın kâtiplerinden Hulki Efendi'nin İstanbul'a seyahatinden faydalanarak size bu mektubu yazıyorum.

Birkaç gün evvel içinde latife sözleri bulacağınız bir kartpostal yollamıştım.
Burada hayat, o kadar sakin değil. Gece gündüz, her gün çeşitli toplardan atılan şarapneller ve diğer mermiler başlarımızın üstünde patlamaktan hali kalmıyor. Kurşunlar vızıldıyor ve bomba gürültüleri toplarınkine karışıyor. Gerçekten bir cehennem hayatı yaşıyoruz.

Çok şükür, askerlerim pek cesur ve düşmandan daha mukavemetlidirler. Bundan başka hususi inançları, çok defa ölüme sevk eden emirlerimi yerine getirmelerini çok kolaylaştırıyor. Filhakika onlara göre iki semavi netice mümkün: Ya gazi veya şehid olmak. Bu sonuncusu nedir bilir misiniz? Dosdoğru cennete gitmek. Orada Allah'ın en güzel kadınları, hurileri onları karşılayacak ve ebediyyen onların arzusuna tâbi olacaklar. Yüce saadet.

Sizin mantıki nasihatlerinizi beklerken şimdiki hâdiseler yüzünden kazandığım sert karakteri yumuşatacak romanları etüd etmeye ve böylece ümit ederim ki, hayatın hoş ve iyi taraflarını hissedecek hale gelmeye karar verdim.

Herkesi teshir eden sevimli ve nükteli konuşmanızdan en büyük zevki almak benim için imkânsız olmasaydı, aşk duygularından ve kendisiyle nadiren fikirlerimin birleştiği bir insanın hayat görüşünden başka bir şey ilham etmeyen bir romanın tefrikalarını okumak ihtiyacını duymazdım. Fakat cereyan eden ve bana kısa bir müddet içinde bitecek gibi görünmeyen hadiseler beni Hulki Efendi'ye birkaç roman ismi vermenizi rica etmek zorunda bırakıyor. Gidip satın alabilsin diye.
Valideniz hanımefendiye ve pederiniz beyefendiye hürmetlerimi ve Matmazel Edith'e en samimi hislerimi arz etmenizi ve en hararetli ve hürmetkârâne bağlılıklarıma inanmanızı rica ederim aziz madam.

Adres: Miralay M. Kemal 19. Fırka Kumandanı Maydos
yahut
Miralay M. Kemal
Arıburnu Maydos.
İki Demagoji Örneği
Aslında Atatürk dini kullanıyordu. Atatürkçüler, müslüman liderleri dini kullanmakla suçlayarak Atatürk’ün bu kusurunu örtmeye çalışmakta ve hedef saptırmaktadırlar. Türkçe’de buna karşılık gelen bir kelime var mı bilmem ama Atatürkçüler arasında “kendi kusurunu saklamak için başkasında o kusurun olduğunu iddia etmek” çok kullanılan bir yöntem olagelmiştir. “Tencere dibin kara” sözüne karşılık olarak verilebilecek “seninki benden kara” sözünün de önüne set çekmek için bunu söylemeye yeltenenleri vatan hainliği ve Atatürk düşmalığı ile yaftalayarak ilginç bir demagoji örneği sergilemektedirler. Aslında burada Atatürk düşmalığının kötü ve hatta vatan hainliği ile eşdeğer olduğunu da karşı tarafa kabullendirmek taktiği de belki bilerek belki de bilmeyerek uygulanmaktadır. İki terimi, deyimi veya olayı bu şekilde eşanlamlıymış gibi yanyana kullanarak aralarında anlam ilişkisi olduğunu benimsetmeye çalışmak yöntemi de bir terimle ifade edilmesi gereken ikinci bir husustur.

Dinin Kullanılması ve Din Öğretimi
Atatürk’ün yolundan gittiğini iddia eden Türk ordusu da dini kullanıyor. Hakikaten de Atatürk’ün yolundan da gidiyor. Atatürk’ün önce dini kullanıp sonra yukarıdaki iki demagoji örneğine benzer şekilde ve bununla da kalmayıp İstiklal Mahkemeleri vasıtasıyla savaş açması gibi, Türk ordusu da gerektiğinde askerleri şehitlikle motive ediyor, şehit ailelerini oğulları için şehit töreni düzenleyerek teskin ediyor. Aslında dinle hiç alakası olmayan, Allah’ın dinini korumak ve yüceltmek gibi bir gaye bir yana, bilakis din düşmanlğı yürüten bir kurum, dinin işine gelen kısımlarını kabul edip dini kullanmaktan hiç de geri kalmıyor.

Kemalistlerin “Durun, dininizi size ben öğreteceğim.” anlayışıyla tam da örtüşen bu tutum, İslam hududlarını korumanın vacib olduğunu ve Allah yolunda savaşanların şehit olacağını unutturup vatan topraklarını koruyanlara şehitlik makamı sunuyor. Türk ordusunun da dini kendileri öğretmedikleri sürece işlerine geldiği şekilde kullanamayacaklarının bilincinde olduklarını düşünüyorum.

Neden Din Düşmanlığı
Bir yandan Atatürk devrimleri, bir yandan Atatürkçülerin durmaksınzın Atatürk’ü ve devrimlerini kutsama çalışmaları ve öbür yandan aynı zihniyete sahip insanların ele geçirdiği çok önemli bir kurum olan Türk ordusunun açıklamaları ve hatta gizli gizli yapılan TSK toplumu oluşturma planları (Genelkurmay'ınTürkiye'yi Biçimlendirme Planı) halkın dinini değiştiremedi. Belki de bu başarısızlığın öfkesiyle asker annelerine bunca eziyet reva görülüyor.


Anneleri bakıp büyüttükleri evlatlarını orduya teslim ederken ilginç ve acıklı bir olayla karşılaşıyorlar. Asker annelerinden başı açık olanlar ve başı örtülü olanların 40 yaş ve üstü olanlar oğullarının yemin törenin alınırken, başı kapalı olanlardan 40 yaşın altında olanlar ise tel örgülerin ardında izleyebiliyorlar oğullarının yemin törenini (7 Kasım 2008, Manisa).

İkinci Demagoji Örneğinin Orduya Yansıması
İki numaralı demagoji örneğini sergileyerek başörtüsünü, dini ve gericiliği bir kefeye; kendilerini, Atatürk’ü, ilericiliği, akılcılığı ve çağdaşlığı diğer kefeye koyup insanları ilericilik damarından vurmaya çalışmaktadırlar. En azından şu çok masum görünen çağdaşlığı benimsetmeye çalışmaktadırlar. Halkın dinini küçümsemenin ve yok saymanın etkili olmadığını görünce kendilerine yakın olan ve halkın din konusunda güvenebileceği kişi ve kurumların yardımına başvurmaktadırlar. Bunun neticesinde “Başörütüsü İslam’da... Anadolu kadını gibi bağlarsanız makbul, benim annem de Anadolu kadını gibi gidiği açık bağlardı...” gibi rencide edici edici sözleri duymakta ve dini korumaktan çok uzak olan orduyu öven Cuma hutbelerini dinlemekteyiz.

Birinci Demagoji Örneğinin Orduya Yansıması
Bir numaralı demagoji örneğine de yeri geldikçe başvurmaktadırlar. Ancak göz yummakla gerçekleşebilecek Dağlıca (21 Ekim 2007) ve Aktütün (3 Ekim 2008) baskınlarnından bu yöntemle haklı çıkmaya çalışmaktadırlar. Ve nitekim askerlerin ölmesine göz yumdukları ve hatta bazılarının baskınları saniye saniye izledikleri ve bazılarının da baskın haberini aldığı halde golf oynamaya devam ettikleri ispatlandığı halde haklı çıktılar. Şartların kötü olduğunu bu yüzden karakolu kale gibi yaptıramadıklarını dile getirmekte ve etrafı “Askeri bölge, girmek ve önünde beklemek yasaktır” tabelalı tel örgülerin arkasına golf sahası yaptırmaya devam etmektedirler. Eleştirilmeye başladıklarında kameralar karşısına geçip kışladaki askerine bağırıp çağırır gibi halka bağırıp çağırarak muhtıra gibi açıklamalarda bulunmakta ve baskınların sorumlularının bulunmasını ve yargılanmaını talep edenleri anında PKK propagandası yapmakla veya TSK’yı yıpratmaya çalışmakla suçlayıvermektedirler.

17.08.2009 tarihinde eline pimi çekilmiş bomba verilmesi sonucu dört askerin hayatını kaybetmesi olayı üzerine Rasim Ozan Kütahyalı'nın bir hafta sonra Taraf Gazetesi'nde yazdığı yazı ile bitireyim.
Bu ülkede askere gidilir mi?
Türkiye’de en büyük din sömürüsü, en büyük din bezirgânlığı şehitlik makamı ve şehitler edebiyatı üzerinden yapılıyor... Bu vatanın gepegenç dört evladı vicdan kanatan, insanlıkdışı bir “askerî ceza” vesilesiyle canlarını kaybetti... Ders olsun diye pimi çekilmiş bir bombayı bir askerin eline vermek, onu 45 dakika süründürmek ve bu rezalet sonunda üç arkadaşıyla birlikte ölmesini sümenaltı etmeye çalışmak... Böyle bir onursuzluğa imza atabilmek, üstüne de pişkin pişkin bu katledilen çocukların ailelerine “Oğlunuz vatan için şehit oldu, mekânları cennettir” demek... İnsanın çıldırası geliyor...

Defalarca yazdım yine yazıyorum... Türk ordusunun, Türk devletinin şehitlik tabiri üzerinden yaptığı şey ahlaksızca bir din istismarıdır... Türk devletinin şehadet kavramını kullanması laiklik ilkesine temelden aykırıdır... Laik bir devlette dince kutsal sayılan kavramlar ve değerler kullanılamaz... Bu resmen devletin, vatandaşlarının dinî duygularını sömürmesi demektir... Kutsal din duygularının dünyevi işlere alet edilmesi denen şeyin en hası bugün laik Türk devleti ve ordusu tarafından yapılmaktadır... Ve artık buna bir son verilmelidir... Türk medyasının vicdanlı organları da devletin yurttaşlarının dinî duygularını sömürmesine artık alet olmamalıdır... Gazetemiz Taraf da bundan böyle vefat eden askerlerimizle ilgili “Şehit oldular” tabirini asla kullanmamalıdır diye düşünüyorum... Bu feci olay artık böyle bir ilke kararının kesin olarak benimsenmesine vesile olmalıdır... Gerçekten vicdanlı, gerçekten demokrat ve gerçekten laik tüm yazarlara da buradan çağrıda bulunuyorum... Türk devlet zihniyetinin yurttaşlarımızın kutsal dinî duygularını ahlaksızca sömürmesine ARTIK DUR DİYELİM... Bu sömürüye, bu bezirgânlığa ortak olmayalım!

Dört gepegenç insanın, Er Öztürk, Er Yaman, Er Bulut ve Er Altın’ın psikopatça bir ceza sonucu ölmeleri de şehitlik kavramının sömürülmesi aracılığıyla kapatılmak istendi... Türkiye halkının kırsal kökenli dindar çoğunluğunun yani Derin Anadolu’nun genç evlatları 25 yıldır bu kirli, bu karanlık savaşta hep İslami duyguları sömürülerek ölüme gönderildi... Laiklik gerekçesiyle darbe yapan Türk ordusu, subay alımlarında namaz kılan adayları “laiklik” gerekçesiyle içine almayan Türk ordusu, erleri askere çağırırken ve savaşmaya motive ederken her zaman sonuna kadar laiklik ilkesini çiğnedi...

“Burası Peygamber Ocağı, ben de bir Türk subayı olarak beş vakit namaz kılmak istiyorum”
diyen kişiler ordudan kovuldu!! Ama erleri orduya çağırırken “Burası Peygamber ocağıdır, siz de gerekirse bu vatan için şehit olup, cennete gidecek mehmetçiklerimizsiniz” dendi... Sadece şehitlik değil mehmetçik tabiri bile tümüyle İslami/manevi duygularla örülü bir kavramdır Derin Anadolu’nun yüreğinde... Mehmetçik tabiri Derin Anadolu’da Hz. Muhammed’i akla getirir... Oğullarını askere “Küçük Muhammed” olarak, “Küçük Peygamber” olarak yani Mehmetçik olarak gönderir bu ülkenin halkının büyük çoğunluğu... O manevi duygular sebebiyle düğün zurnayla gönderir oğlunu askere... Sanki bir dinî ibadet gibidir oğlanı askere göndermek Derin Anadolu’nun dünyasında... Bu ülkenin halkının çoğunluğu için çok sevdikleri oğullarını hacca göndermek ile askere göndermek arasında fark yoktur çoğu zaman... Oğlanları öldürülecek olsa da şehadet makamına ulaşacaktır, mekânı cennet olacaktır... O sebeple, bu kirli iç savaş patlamadan önce uzun süre dindar Kürt halkı da oğullarını gönül rahatlığıyla askere gönderiyordu bu ülkede... Aynı ortak İslami/manevi duygular sebebiyle....

Ne kadar acı, ne kadar trajik ki bu safiyane manevi duyguların istismarı üzerinden ne vatan evlatları bu dört er gibi sebepsiz yere can verdi... Eğitim zayiatı gerekçesiyle kaç asker öldü? Kaç defa yaralı askerler yardım beklerken telsizden “Analar çok mehmetçik doğurur ama Skorsky doğuramaz, helikopteri riske atamayız!” diye cevap geldi... Çünkü ne gerekçeyle, ne ihmaller ne hatalar ne suiistimaller sebebiyle bu ülkenin gençleri ölürse ölsün bu durumu sorgulamıyordu Derin Anadolu... Tam aksine “Oğlum şehit oldu, mekânı cennet oldu” diye seviniyordu belki de... At izinin, it izine karıştığı bu kirli ve karanlık savaşı da sorgulamıyordu... Kendi iç yapısında birazcık dindar subayları bile barındırmayan, derhal kovan Türk Genelkurmay zihniyeti tam gaz din sömürüsüne devam ediyordu “şehit aileleri”yle temastayken... Oğullarını kaybetmiş bu insanların acıları üzerinden, daha fazla din istismarı yaparak daha fazla kan akmasını kışkırtıyordu kimi generaller, subaylar ve politikacılar...

Böyle utanç tablosunun olduğu bir ülkede askere gidilir mi? Böyle bir ortamda askerlik “vatan görevi” sayılabilir mi?

http://www.taraf.com.tr/makale/7165.htm