10 Haziran 2012 Pazar

Ezberlemek ve Unutmak

Ezberlemek ve Unutmak
Öğrenmek bazen zor bir iştir. Öğrenmenin zor olması için bir sürü sebep sayılabilir. Ben öğrenme gerçekleştikten sonra ortaya çıkan bir problemden ve çarelerinden bahsetmek istiyorum: unutmak.

Unutmak yerine göre büyük bir nimet. Ancak neyin unutacağımız neyi unutmayacağımız meselesinde söz sahibi olduğumuz pek söylenemez. Unutmak istemediğimiz şeyleri de unuturuz bazen: isimleri, yüzleri, kişileri, anıları, ve en önemlisi öğrendiğimiz ilmi. Bütün birikiminizin kısa bir sürede yanıp kül olduğunu bir düşünün. Tabi birikiminiz varsa. O zaman gerçekten de ilmin afetinin unutmak olduğunu anlayacaksınız.

Yıllarca okul okuduktan sonra ne kadar birikim sahibi olduğunuzu kendi kendinize sorgularsınız. Hatta bunu da sorgulayın: Elinizde kitabınız olmadan o kitabın kaçta kaçını yeniden yazabilirsiniz? Fihristi de vermeyeceğiz elinize. Hakkınızı yemeyelim; sorunca söylemek, görünce tanımak, şıklardan bulmak için birkaç şey öğrenmişsinizdir. Ben anlamlı öğreniyorum, her şeyi de kelimesi kelimesine bilmem gerekmiyor diye lafı dolandırmaya kalkmayın. Sanki farklı kelimelerle o kitabı yazabileceksiniz. Oturun yerinize ve beni dinlemeye devam edin.

Unutmamak için dikkat edilmesi gerekenleri, ancak kapasitenizi zorlayacak kadar bilgi birikimine sahip olduğunuzda anlarsınız. Ben şimdi iki tanesinden bahsedeceğim:
1) Unutmamak için öncelikli şart gözü haramdan sakınmaktır. Harama bakmak bilgi birikiminizde eksiltme yapmıyorsa bu birikiminizden şüphe edebilirsiniz. (Şehvet falan demedim. Yaygara yapmayın. Trollük de bir yere kadar.)

2) İkinci olarak yapabileceğiniz şey de tekrar etmektir. Size birkaç tekrar yetiyorsa da birikiminizden şüphe edin.
"Et tekraru ahsen, velev kane yüz seksen" diye meşhur olmuş bir söz var. Belki yeni başlayan bir ilim talebesi uydurmuştur. Arapça'da sayıları öğrenmek zor olduğu için de yarısı Arapça yarısı Türkçe söylemiştir. Her ne ise sözün sahibi çok önemli bir noktaya parmak başmış. Zira unutmamak için kaçınılması gereken en önemli şeyden sonra yapılması gereken en önemli şeydir tekrar. Bazen sıkıcıdır. Öğreneceğiniz bilginin ezberlerken çekeceğiniz çileye değmeyeceğini düşünebilirsiniz. Bazen moral bozucudur. Yirmi kere tekrar edip de ezberleyememek insanın moralini bozabilir. Ancak vecizemiz tekrarın yüz seksene kadar yolu olduğunu söyleyerek ümit veriyor.

Şimdiye kadar "unutmak ya da unutmamak" meselesini tartıştığım için ezberlemek ön plana çıktı. Uzun süreli belleğimizin üç bölümünden bahsederek bu meseleyi vuzuha kavuşturayım. Bazı tür bilgiler inanılmaz bir şekilde hafızada kalıyor. Bu bilgilerin yapısından hareketle en az üç tür belleğe sahip olduğumuz söylenebilir:
1) Anısal Bellek:
Anısal bellekte hayatımızdaki acılar, mutluluklar, tartışmalar gibi duygusal yaşantılar ile bizi derinden etkileyen hatıralar saklanır.

2) Anlamsal Bellek
Anlamsal bellekte anlam kazanmış konular, kavramlar, kurallar, ilkeler, gerçekler, tanımlar, gramer kuralları, mantıksal bilgiler ve genel kültür bilgileri saklanır.

3) İşlemsel Bellek
İşlemsel bellek herhangi bir işlemin nasıl yapılacağı ile ilgili kuralların, eylemlerin saklandığı bellektir. Dil ile ifade edilmeyen ancak ortamı olduğunda ortaya çıkan davranışlar saklanır. Mesela musluğu saat yönünde mi çevirerek açıyoruz yoksa ters yönde mi? Bir musluk hayal etmeden buna cevap veremezsiniz.
İşte bu belleklerden birine dahil edebildiğiniz bilgiler uzun süre aklınızda kalabilir. Anlamlandırabildiğiniz bilgiler anlamsal bellekte kodlanır ancak her bilgiyi de anlamlandırmanız da mümkün değil. Mesela çarpım tablosunu, çarpma işlemini vs. anlamlandırmadan öğrendik. Anlamını öğrenmemiz o yaşta mümkün değildi. Şimdi şu soruya bir bakın: 3/4 : 7/5 şeklindeki bölme işlemini her bir adımın mantığını açıklayarak çözebilir misiniz?

Kesirleri bölerken ikinci kesri ters çevirip çarpmak öğrenegeldiğimiz prosedürdü. Ancak bunun mantığını değil küçük yaşta, şimdi bile anlamamız oldukça zor. Hem çok tekrar edilen bir prosedürü ezberlemek ve gerektiğinde ezberden uygulamak, prosedürün mantığını kavrayarak belleğe kodlayıp gerektiğinde bu mantığa göre prosedürü yeniden elde etmekten çok daha pratik. (Bir soru daha: iki kesir çarpımında neden payları birbirleriyle, paydaları birbirleriyle çarpıyoruz?)

Günümüzde ezber günah keçisi olarak görülür olmuş. Sürekli eleştiriliyor ama ortada ezberin yerine dişe dokunur bir öneri yok. Öne çıkan iki tanesinden bahsedeyim:

1) Mantığını Öğrenmek
Her şeyin mantık üzerine anlamsal bellekte kodlanması savunanlar var. Bu görüştekiler her şeyi mantığa oturtmak konusunda matematikte bile kesirlerden öteye geçemiyor. Nerde kaldı sözel bilgiler? Sözel bilgiler için de istenen bilgiye anında ulaşılabildiği sanılan internet öneriliyor.

Şahsen ben mantık üzerine giden fizik ve matematik gibi derslerde mümkün olduğu kadar her bir şeyin mantığının öğrenilmesi taraftarıyım. Ancak nasıl elde edildiği bilinen bir formül, diyelim ki kosinüs teoremi, ayrıca ezberde de tutulmalı ki gerektiğinde formülü tekrar elde etmekle uğraşmadan hemen ezberden uygulama fırsatımız olsun.

Sözel bilgiler ise ezberlenmeli, ancak hangi biri? Bilgi kıymetsiz ve çabuk değişen yapıda olunca ezberlenmeye değer olmuyor fakat en temel bilgi kaynakları bana göre ezberlenmeli. Meclis kürsüsünde konuşan bir adam konuşması sırasında "durun şunu da internetten araştırayım, bir bakıvereyim" diyemez. Elinde Kütüb-ü Sitte CDsi bulundurmakla da âlim olunmaz. Kanaatimce insanın hafızasında hazır olmalı bazı bilgiler.

2) Yaparak Yaşayarak Öğrenmek
Yaparak yaşayarak öğrenme ile bilgilerin anısal bellekte saklanması gerektiğini savunanlar var. Her şeyi yaşamak mümkün olmadığı ve yaşanan bir olayın istenen her öğesi hatırlanmadığı için noksan buluyorum bu görüşü de. Mesela Afyon'da sucuk üretildiğini, mermer fabrikalarının olduğunu öğrenmek Afyon'a gitmekle pekâlâ mümkün ama her bir şehri her bir ülkeyi gezmek, tarihte yolculuk yapmak mümkün değil.

"Çok okuyan değil, çok gezen bilir" sözüne güvenerek diyelim ki çok gezmeniz mümkün. Topkapı Sarayı'na kadar gidip III. Ahmed Çeşme'sinin başında rehberinizden bu padişah hakkında bilgi aldınız. Sonra Sultan Ahmed Camisi'nde öğle namazını kıldınız ve I. Ahmed hakkında bilgi aldınız. Sonra bu padişahları da unutmayın: IV. Murat, III. Selim, III. Mustafa, II. Mahmut... Sanat eserleri ve kültürel faaliyetler yanında çok önemli savaşlar ve antlaşmalar ve bunların maddeleri de var.

Yaparak yaşayarak bir padişahın devrini, bir şehrin tarihini, bir matematik formülünü öğrendikten iki hafta sonra ise aklınızda yediğiniz sucuklar, lokumlar ve nerde doyduğunuz kalacaktır. Ne de olsa insan bir doğduğu yeri bir de doyduğu yeri unutmazmış. Hakkını yemeyelim; fizik dersinde yapılan deneyler güzelce uygulanmışsa uzun süre akılda kalabilir. En zoru ise matematik konularını yaşamaktır.

Matematiğin gerçek hayattan en çok uygulama bulabilecek bir alanı trigonometridir. Ancak birbirine benzeyen bir sürü trigonometrik dönüşüm formülü vardır. Bunları ezberlemeden, sadece formül kâğıdına baka baka ortalama bir trigonometri sorusu biraz zor çözülür, büyük ihtimalle de çözülemez. Böyle bir durumda da öğrenmekten söz edilemez. Soruyu çözme işini artık bilgisayarlara havale etmek de mümkün ancak bu da beraberinde başka problemleri ortaya çıkarıyor. Tamamen mantıktan ve evrensel temel bilgilerden uzaklaşıp değişken araçların geçici ve prosedürel bilgisini öğrenmeye çalışmakla sonuçlanıyor. Neyin tartışmasını yapıyoruz; temel bilgileri ezberlemek en kolayı ve en gereklisi.

Ancak yaparak yaşayarak öğrenmeyi savunanların şu fikrini destekliyorum: herkese her şeyi öğrenmek zorunda değil. İnsanın bazı bilgileri ihtiyaç duyduğu kadar ihtiyaç anında öğrenmesi bana göre en mantıklısı. Bazı detayları bırakalım da tarihçiler bilsin. Tarihi detaylar hakkında orijinal yorumları onlar yapsın. Biz de ihtiyaç duyduğumuzda onlara soralım. Trigonometri formüllerini matematikçiler ve mühendisler bilsin. Tabi bana göre bu tarihçiler ve matematikçiler yine kendi alanlarıyla ilgili ezberlerini yapmalı.

Son
Yukarıdaki iki madde hiçbir şekilde istifade edilemeyecek görüşler değiller. Anısal ve anlamsal bellekten yeri geldiğinde istifade edilebilir. Çok da önemli olmayan bilgileri akılda tutmak için değişik anılar ve anlamlar üretilebilir. Alışverişte alınacakların listesini ezberlemek yerine listedekilerin ilk harflerinden bir anahtar kelime oluşturulabilir. Bunun gibi çok farklı bellek destekleyici (mnemonic) teknikler kullanılabilir. Patlamadıkları sürece oldukça kullanışlılar.

Bütün buraya kadar yazdıklarım aslında eğitim bilimlerinde "5E Öğrenme Modeli" diye geçen bir modelin basamaklarını akılda tutabilmenin kolay bir yolunu sunmak içindi. Bu model aslında yaparak yaşayarak öğrenmeyi savunan yapısalcıların (constructivist) savunduğu bir model. İsmini şu beş basamaktan oluşmasından alıyor: Engagement, Exploration, Explanation, Elaboration, Evaluation. Türkçeye girme, keşfetme, açıklama, derinleştirme, değerlendirme diye geçmiş. Bu basamakların adı, sırası ve her basamakta ne yapılması gerektiğine dair anısal bellekte saklanabilecek bir hikâye yazdım. Uyduruk olduğunu biliyorum ama daha iyisi yazılana kadar en iyisi bu.

Bir 5E Öğrenme Modeli Hikâyesi

Giriş:
Bir grup adam bir mağara buldu. İçinde ne var diye merak edip tahminlerde bulundular. Kimisi içinde tarihi eser bulunabileceğini, kimisi define olabileceğini, kimisi bilimsel araştırmalar için numuneler olabileceğini söyledi. Konuştukça batıyorlar, ne tarihi eserden ne definecilikten ne de bilimsel araştırmalardan anladıkları ortaya çıkıyordu.

Keşfetme:
En yaşlı olanları meşale için malzeme buldu ve meşaleleri hazırladı. Grup grup mağaraya girdiler. Her grup kendi hipotezini destekler nitelikte delil arıyor, mağaranın esrarını çözmeye çalışıyordu. Kimisi elmas diye kristalleri topluyor, kimisi mantar-kemik karışık şekli güzel görünen cisimleri çantasına dolduruyordu. İhtiyar adam yol yordam gösteriyor ama şaşkın gençlere pek karışmıyordu. Sonunda dayanamayıp bir açıklama yapmaya karar verdi.

Açıklama:
En yaşlı olan adam milleti topladı ve dedi: "Bakın, uzun süre burada kalamayız. Hava kararıyor, akşam ezanı okunacak. Etrafta amaçsızca dolaşarak bir sonuca da ulaşamayacak gibiyiz. Herkes ne bulduğunu ortaya koysun." Ortaya renk renk şeffaf taşlar, değişik değişik şapkalı yumuşak cisimler, farklı ebatlarda şekilli gözenekli taşlar kondu. Sonra benzer özellikteki cisimlerden kümeler oluşturuldu, özellikleri söylendi. Bazıları bunların isimlerini hatırladı, kristal dedi, mantar dedi, kemik dedi.

Derinleşme:
Mağaranın genel olarak nelerden oluştuğunu gördükten sonra en yaşlı olanları dedi ki: "Dostlarım, anlaşılan bu mağarada öyle kıymetli şeyler yok. Ancak buradan da bomboş dönemeyiz. Çok ilginç şeyler öğrendik, bari bunları bir de tecrübe edelim. Akşam namazını bir kılalım; sonra herkes mağaranın daha derinlerine insin. Bu öğrendiğimiz kavramları ve becerileri mağaranın derinlerinde uygulayalım. Herkes kristalin mantarın nasıl toplandığını bizzat uygulasın." Öyle de yaptılar.

Değerlendirme:
Herkes işini bitirdikten sonra mağaranın çıkışında toplandılar. Bilgi, beceri ve yeteneklerini konuştular, değerlendirdiler. İhtiyara "sen olmasan gözü kapalı girer gözü kapalı çıkardık, sayende çok şey öğrendik, tecrübe ettik" diye teşekkür ettiler.

1 yorum:

Unknown dedi ki...

İyi yazi begendim