7 Ekim 2008 Salı

Atatürk'ün Dine Bakışı 2

Atatürk'ün Madam Corinné'ye yazdığı 20 Temmuz 1915 tarihli mektubunun yayınlanan kısmı:
Aziz Madam,
Karargâhımın kâtiplerinden Hulki Efendi'nin İstanbul'a seyahatinden faydalanarak size bu mektubu yazıyorum.

Birkaç gün evvel içinde latife sözleri bulacağınız bir kartpostal yollamıştım.
Burada hayat, o kadar sakin değil. Gece gündüz, her gün çeşitli toplardan atılan şarapneller ve diğer mermiler başlarımızın üstünde patlamaktan hali kalmıyor. Kurşunlar vızıldıyor ve bomba gürültüleri toplarınkine karışıyor. Gerçekten bir cehennem hayatı yaşıyoruz.

Çok şükür, askerlerim pek cesur ve düşmandan daha mukavemetlidirler. Bundan başka hususi inançları, çok defa ölüme sevk eden emirlerimi yerine getirmelerini çok kolaylaştırıyor. Filhakika onlara göre iki semavi netice mümkün: Ya gazi veya şehid olmak. Bu sonuncusu nedir bilir misiniz? Dosdoğru cennete gitmek. Orada Allah'ın en güzel kadınları, hurileri onları karşılayacak ve ebediyyen onların arzusuna tâbi olacaklar. Yüce saadet.

Sizin mantıki nasihatlerinizi beklerken şimdiki hâdiseler yüzünden kazandığım sert karakteri yumuşatacak romanları etüd etmeye ve böylece ümit ederim ki, hayatın hoş ve iyi taraflarını hissedecek hale gelmeye karar verdim.

Herkesi teshir eden sevimli ve nükteli konuşmanızdan en büyük zevki almak benim için imkânsız olmasaydı, aşk duygularından ve kendisiyle nadiren fikirlerimin birleştiği bir insanın hayat görüşünden başka bir şey ilham etmeyen bir romanın tefrikalarını okumak ihtiyacını duymazdım. Fakat cereyan eden ve bana kısa bir müddet içinde bitecek gibi görünmeyen hadiseler beni Hulki Efendi'ye birkaç roman ismi vermenizi rica etmek zorunda bırakıyor. Gidip satın alabilsin diye.
Valideniz hanımefendiye ve pederiniz beyefendiye hürmetlerimi ve Matmazel Edith'e en samimi hislerimi arz etmenizi ve en hararetli ve hürmetkârâne bağlılıklarıma inanmanızı rica ederim aziz madam.

Adres: Miralay M. Kemal 19. Fırka Kumandanı Maydos
yahut
Miralay M. Kemal
Arıburnu Maydos.
İhsan Yılmaz'ın 9 Nisan 2001 tarihli Milliyet gazetesinde yer alan "Atatürk'ün Gizlenen Mektubu" başlıklı yazısı:
Atatürk’ün gizlenen mektubu
Türkçe’ye çevrilmeyen kısımda Atatürk, ‘Çok garip bulduğum bir şey var. Erkeklere huriler vaat eden Hz. Muhammed, kadınlar için hiçbir taahhüde girmiyor’ diyor.

Prof. Dr. Erdal İnönü... SODEP ve SHP eski Genel Başkanı... Kısa sayılabilecek "siyaset" hayatında, esprili üslubu, mütevazılığı’yle farklı ve renkli olmayı başardı. Kendi isteğiyle politikaya veda etti. Siyasi mücadele içindeyken, hiç hoşlanmadığı davranışlarla, kendisini omuzlarda taşımak isteyen, kapısını açmaya çalışan ya da otel parasını ödemek isteyen partililerle de mücadele etti.

Erdal İnönü, renkli anılarını topladığı kitabının üçüncü cildini yayına hazır hale getirdi. Doğan Kitapçılık’tan çıkacak olan "Anılar 3" te, 1984 yılında yaşanan gelişmeler, SODEP - HP birleşme süreci, Türkiye gezileri, üniversite yılları ve tarihe ışık tutacak anekdotlarla süslediği anıları önemli satırbaşlarını oluşturuyor. Küçük alıntılarla, "Anılar 3"ü dikkatinize getiriyoruz.

Erdal İnönü, Osmanlı uyruğuna geçen İtalyan asıllı Gregoire’nin torunu ve Mustafa Kemal’in Harbiye’den arkadaşı Ömer Lütfü’nün eşi olan Corinne Hanım’a yazdığı ve bugüne kadar bir kısmı neden Türkçe’ye çevrilmediği bilinmeyen mektubuna kitabında yer verdi. Babasından geçtiğine inandığı "yanlış yakalama" huyu sayesinde bu mektubun Türkçe’ye çevrilmeyen bölümüne tesadüfen ulaşan İnönü’nün kaleminden olayın öyküsü şöyle:

"Bu mektuplardan (Atatürk’ün Corinne’e yazdığı 15 mektup, beş kart) büyük bölümü Peyami Safa tarafından Türkçe’ye çevrilerek 1954’te Milliyet gazetesinde yayımlandı...

Corinne’in kardeşi Edith’in (Edibe) kızı olan Melda Özverim, bir belgesel kitapta, hem teyzesinin hem de ailesinin tek mirasçısı olarak kendisine kalan mektup ve kartların tümünü Fransızca asıllarıyla birlikte kamuoyunun ilgisine sundu.

Tesadüfen rastladı
Melda Özverim’in kitabı ilk çıktığında, teyzesinin öyküsünü ve Atatürk’ün mektuplarının çevirilerini hayranlıkla okumuştum. Kitaplığı düzeltirken kitap tekrar karşıma çıktı. Düşünmeden elime aldım ve açtım. Mektupların Fransızca asıllarının yazılı olduğu bölüme rastlamıştım. İlk gözüme çarpan mektubu okumaya başladım ve birden Türkçe çevirilerde görmediğim bir bölümle karşılaşmış olduğumu fark ettim. Mektup, Çanakkale Savaşları sırasında, 20 Temmuz 1915’te, Maydon karargâhında yazılmış ve 19. Tümen Komutanı Colonel Mustafa Kemal imzasını taşıyor. Mektubun bir yerinde Atatürk, cephede nasıl bir yaşam sürdüklerini anlatırken, Peyami Safa’nın çevirisiyle şunları söylüyor:

‘... Gerçekten de cehenmem hayatı yaşıyoruz. Çok şükür, askerlerim pek cesur ve düşmandan daha mukavemetlidir. Bundan başka hususi inançları, çok defa ölüme sevk eden emirlerimi yerine getirmelerini daha çok kolaylaştırıyor. Filhakika onlara göre iki semavi netice mümkün. Ya gazi, ya şehit olmak! Bu sonuncusu nedir bilir misiniz? Dosdoğru cennete gitmek. Orada Allah’ın en güzel kadınları, hurileri onları karşılayacak ve ebediyen onların arzusuna tabi olacaklar. Yüce Saadet...’

Mektupta atlanan kısım
Peyami Safa’nın Türkçe’ye çevirisini yapmayıp atladığı kısım İnönü’nün çevirisiyle şöyle:

‘Görüyorsunuz ya Madam, benim insanlarım şehit olmayı ararken de budalaca davranmıyorlar. Peygamberimiz ne kadar bilgeymiş. İnsanların gerçek arzularını ne kadar iyi biliyormuş. Bana gelince, çok yazık ki, bu inanmış insanların, Allah vergisi nitelikleri bende yok, ama bu nitelikleri desteklemeyi de hiç ihmal etmiyorum.

Çok garip bulduğum bir şey var. Erkeklere huriler ve başka güzel eğlenceler vaat eden Hazreti Muhammed, kadınlar için hiçbir taahhüde girmiyor. Bu duruma göre ölümden sonra erkekler, cennetteki kadınlara sahip olarak hoş vakit geçirirlerken, kadınların dayanılmaz hale düşecekleri anlaşılıyor. Öyle değil mi?

Gördüğünüz gibi Madam, dağdağalı ve kanlı bir yaşama alıştıktan sonra da insan, cennet ve cehennemden söz etmek ve hatta yüce Tanrı’yı bile eleştirmek için zaman bulabiliyor. Madam, eğer Tanrımızı eleştirerek günaha girmemi önlemek isterseniz, çarpışmalar dışında kalan zamanımı, hangi meşgaleyle geçirebileceğim konusunda lütfen bana yol gösteriniz.’

Evren çıplaklığı keşfetti
Samsun’da Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’na başlamasını simgeleyecek ve "İlk Adım" adı verilecek bir anıt - heykel yapılması kararlaştırılmış ve bir yarışma açılmıştı. Hakkı Atamalu, Atatürk’ü at üstünde, yanında genç kız ve bir genç erkekle birlikte gösteren bir heykel tasarımıyla yarışmayı kazanmış ve heykeli yapmış. Fakat heykeli gören Evren, gençlerin çıplak olarak gösterilmesine itiraz etmiş. Bunun üzerine Atamalu, heykeldeki gençleri giydirmiş, fakat Evren gene kabul etmemiş ve sonunda heykel, genç figürleri çıkartılarak dikilmiş. Olayı anlatan Atamalu, ‘... Gençleri çıkarmakla, heykelin sanat değerini çok düşürdüler. Devlet Başkanı da olsa, kimsenin bunu yapmaya hakkı yoktur. Dava edip hakkımı arayacağım.’

Bu girişimin sonucu ne oldu bilmiyorum ama 2000 yılı başlarında Samsun’a gittiğimde, heykeldeki gençlerin hâlâ yerinde olmadığını öğrendim. Oysaki bu arada ilk gerekçe de ortadan kalkmıştı. Çünkü Evren’in kendisi, insan vücudunun sanattaki değerini keşfettiğini, yaptığı çıplak resimleriyle göstermişti.

Hizipleri geç anladım
İnönü, kitabında SODEP ve SHP’deki hizipleri de anlatıyor. Yapılan uyarıların kendisini kaygılandırmadığını itiraf ediyor... "Dostluk, kardeşlik ifadeleriyle, ortak amaca yönelik uyumluluk çağrılarıyla, tedavi edilemeyecek vahim hastalığa yakalanmış olduğumuzu, o günlerde anlayamamıştım.

... Görüşmemiz sırasında (Başkanlar Kurulu toplantısı) Aydın Güven Gürkan’ın önemli kaygısının, Baykal hizbi diye bilinen arkadaşlarımızın partide nüfuzunun artmasını önlemek olduğunu fark ettim. Bu konuda, eski CHP’lilerle epey konuşmuş ve benden fazla bilgi sahibi olmuştu. Ben hâlâ bu konudaki kaygıların abartıldığı düşüncesiydeydim.

... Üç arızanın arkasında, dolaylı dolaysız temel etkenin, bir hizip çalışması olduğunu algılayamamıştım. Bu tanı hatasının bedelini, daha sonra çok pahalıya ödeyeceğimi de henüz bilmiyordum.

Peygamberler orta yaşlı!
Erdal İnönü, anılarının üçüncü cildinde, peygamberlerin orta yaşlılar arasından çıkmasının nedenini de şöyle değerlendiriyor: "Tekrar düşününce ölüm karşısındaki tutumun şöyle özetlenebileceğini fark ediyorum. Ölüm korkusu, gençken ruhun canlılığıyla, yaşlıyken vücudun yorgunluğuyla aşılıyor. İkisi arasında da bir sıkıntı dönemi yaşanıyor. Peygamberlerin genellikle orta yaşlılar arasında çıkmasının bir nedeni bu olmalı."
Sansürlenen kısım, Atatürk'ün din hakkındaki çelişkili söz ve davranışların sebebi hakkında önamli ipuçları veriyor:
“….Gerçekten de cehennem hayatı yaşıyoruz. Çok şükür, askerlerim pek cesur ve düşmandan daha mukavemetlidir. Bundan başka hususi inançları, çok defa ölüme sevk eden emirlerimi yerine getirmelerini daha çok kolaylaştırıyor. Filhakika onlara göre iki semavi netice mümkün. Ya gazi ya şehit olmak! Bu sonuncusu nedir bilir misiniz? Dosdoğru cennete gitmek… Orada Allah’ın en güzel kadınları, huriyeleri onları karşılayacak ve ebediyen onların arzusuna tabi olacaklar. Yüce saadet… Görüyorsunuz ya madam, benim insanlarım şehit olmayı ararken de budalaca davranmıyorlar. Peygamberimiz ne kadar bilgeymiş! Bana gelince… Çok yazık ki, bu inanmış insanların, Allah vergisi nitelikleri bende yok ama bu nitelikleri desteklemeyi de hiç ihmal etmiyorum.

“Çok garip bulduğum bir şey var: Erkeklere huriler ve başka güzel eğlenceler vaat eden Hazreti Muhammed, kadınlar için hiçbir taahüüde girmiyor. Bu duruma göre ölümden sonra erkekler, cennetteki kadınlara sahip olarak hoş vakit geçirirlerken, kadınların dayanılmaz hale düşecekleri anlaşılıyor. Öyle değil mi?

“Gördüğünüz gibi madam, kanlı bir yaşama alıştıktan sonra da insan, cennet ve cehennemden söz etmek ve hatta yüce Tanrı’yı bile eleştirmek için zaman bulabiliyor. Madam, eğer Tanrı’mızı eleştirerek günaha girmemi önlemek isterseniz, çarpışmalar dışında kalan zamanımı hangi meşgaleyle geçirebileceğim konusunda lütfen bana yol gösteriniz.”
Gerçek şu ki Ataturk politikası gereği halkın dine bağlılığını avantajına kullanabilmek ve şeyhlerin nüfuzlarindan yararlanmak icin zaman zaman hacılarla, hocalarla, şeyhlerle de ittifak kurmuştur. Zaten savaşı bitirip, kendi kontrolünü meclise iyice yayana kadar hilafete karşı açık pek sık duruş almadı. Türkiye Cumhuriyeti'nin resmen laik olması da sonraları gerçeklesmistir.

Kısacası emellerini gerçekleştirmek için Atatürk dini kullanmıştır. En büyük emelinin de Türk halkına en hakiki yol göstericinin akıl ve bilim olduğu bilincini yerleştirmek ve Türkiye'yi bir Avrupa devleti haline getirmek olduğu görülüyor.

Yukarıda sözü geçen mektuptan sonra yine Madam Corinné'ye yazılan 6 Mayıs 1916 tarihli mektubu da Atatürk'ün İslam dinindeki cennet ve batıl inançlardaki fal hakkındaki görüşlerinin ve her türlü dogmaya karşı durmasında ne kadar samimi olduğunun (veya samimiyetsiz olduğunun) anlaşılmasına yardımcı olması için nakletmek istiyorum:
Aziz Madam,
Bu defa size hakiki dostluğumuzu hatırlatmak için ilk önce ben kalemi elime alıyorum. Batıdan doğuya kadar devam eden uzun ve yorucu bir yolda iki ay kadar seyahat ettikten sonra bir istirahat anı bulunabileceğine inanılır, değil mi? Fakat, heyhat! Görülüyor ki, bu ancak ölümden sonra mümkün olacak. Fakat bu hayali rahata kavuşmak için Allah'ımızın cennetine gitmeye kolay kolay razı olacak değilim.

Yarın başka bir seyahat istikâmetinde gideceğim. Diyarıbekire gelen Nuri'ye beni bugün bulunduğum Siird'den üç gün uzakta Miyotarkin'de bulmasını emrettim.
Nihayet üç gün sonra birbirimizi göreceğiz ve eminim, geçmiş günlerden, bilhassa sizin aziz varlığınız sayesinde yaratılan iyi ve sevimli hatıralardan hararetle bahsedeceğiz.

Bu satırları yazarken Doktor Hüseyin Bey yanımda, size ne yazdığımı soruyor ve kimlerin Matmazel Edith'e ait olacaklarını anlamakta ısrar ediyor. Çok memnun olsun diye, aziz Edith'in melekâne tavırlarla fala baktığı tatlı anları hatırlamaklığımıza müsaade ediniz.

Valideniz hanımefendiye seçkin hürmetlerimi arz ederim.

Doktor, Matmazel Edith için yazdığım cümleyi dinledikten sonra beni yalnız bıraktı. Ben, yalnızım, fakat her şeyi tasvirden acizim. bu sayfaların geri kalan kısmını önümde bulunan bir kitaptan aldığım bazı sözlerle dolduruyorum: "Orduların hâlâ devam eden mekanik hareketleri sona ermek üzereydi. Zira halkın harareti söndüğü zaman askerler bulunmaz. Ruhların takati bittiği zaman generaller kendilerine geçmezler ve zaferler, askerlerle, generallerle ve para ile birlikte sona erer..." Mignet.

Son söz: "Ya hiç doğmamış olmak veya hiç unutulmamak isterdim." Chateaubriand.

Adres: General Mustafa Kemal Diyarıbekir
Kırp kırp nereye kadar?
Abdurrahman Dilipak'ın konuyla alakalı bir yazısını da sonradan da olsa eklemek istiyoum.
Mustafa Kemal Kimdir?
En son bu konuda konuşurken Nevzat Yalçıntaş'ı dinledim. Mustafa Kemal'in, Hz. Peygamber'in türbesinin muhafazası için tepkisini gösteren bir belgeden söz ediyordu ve bu olayın onun dine bakışını belgelediğini söylüyordu..

Yalçıntaş Hocanın sözünü ettiği belge neredeyse, kimdeyse açıklanmalı. Bu belge niye açıklanmıyor? Ortaya çıkarsa birilerinin Atatürkçülüğünün ve laiklik yorumunun zarar görmesinden mi korkuluyor? Gerçek neyse o! Gerçek herkes için en iyi olandır..

En son Nutuk'ta nasıl tahrifatlar yapıldığından söz ediyordu bir arkadaş.. Bir başkası da Mustafa Kemal adına nasıl sözler uydurulup bu sözlerin duvarlara asıldığını anlatıyordu. Bir başkası, Mustafa Kemal heykellerindeki garipliğe, bir başkası resimlerin dilindeki farklı imajlara vurgu yapıyordu. Ben yıllar önce “Bir Başka Açıdan Kemalizm” kitabının kapağına bu dört eğilimi/yorumu/bakış açısını gösteren 4 farklı resim koymuştum..

Sonuç, Mustafa Kemal'in Atatürkçülerin elinden kurtarılması gerekiyor.. Bu konudaki tartışmaları yasaklayan mevzuatın ve anlayışın değiştirilmesi gerekiyor..

Şimdi bir kahvehane düşünün, vatandaş kendi arasında bu konuyu konuşuyor.. Tartışılan, daha doğrusu cevabı aranan soru şu:
-Müslüman mı?
-Evet Balıkesir hutbesini duymadınız mı? Hem ne demiş: Benim dinim.
-Tabii ya, Diyanet'in kitaplarındaki Atatürk hangi Atatürk, Milli Eğitimin ders kitaplarında anlattığı Atatürk hangisi? Ahmet Akgül’ün, Adnan Hocanın, Ahmet Tekin’in Atatürk'ü. Kaç tane Atatürk var bu memlekette kardeşim..
-Yok canım Hıristiyandı. Arvas'ın hatıratına bakmadınız mı? Orada açık açık resmi dinin Hıristiyan olması tartışılmış.. Din terakkiye manidir denmiş.
-Hadi canım sen de! Mustafa Kemal hiçbir dine inanmıyordu. Baksana biz ilhamımızı gökten almıyoruz diyor. Bilime inanıyordu. Akılcı biri idi. Dinlerin safsata olduğunu düşünüyordu.
-Hayır hayır o dinde reform taraftarı idi..
-Agnostikdi Agnostik..
-O ne kardeşim
-Bilinmezlikçi, bilinmezlikçi..
-Rıza Nur ne diyordu?
-Kardeşim, bir sürü şey söylüyorlar, bazan siyaset icabı, bazan yaşı icabı, bunların hepsi arasında gidip gelmiş olamaz mı?
-Sen bir alemsin kardeşim.. Peki sonunda nerede karar kılmış?
-İlle bir yerde karar kılması mı gerekiyordu?
-Olur mu canım Tekin Alp adı ile yazan Moiz Kohen'in yazdıklarına baksana. Din irtica, dindar mürtecidir. Din fesat ve melanet yuvası idi..
-Peki din dersleri, imam okulları..
-Ya siyaset icabı. Dini kontrol altına alarak tedricen tasfiye etmek asıl maksat.
-Hayır hayır Allah'a inanıyor, ama dine, peygambere inanmıyordu. Deistti Deist.. Bak işte gazetede yazıyor: “Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Tunçay iddiasını bir kez daha yineledi. 'Atatürk tam bir deistti' dedi. Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mete Tunçay, Mustafa Kemal Atatürk'ün deist olduğunu, ateist ya da agnostik olmadığını iddia etti. Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mete Tunçay, 'Aydınlanma dinin dışında bilime yönelmek olarak kabul edildi. Aydınlanmada pek çok insan dini reddetmekle birlikte tanrıyı reddetmemiş deist olmuş, deist yani yaradancılık. 'Bu dinde birtakım hurafeler olabilir, ama aslolan bir yaratıcısı olmalı bu alemin' diyorlar. Atatürk'ün de bir deist olduğunu düşünüyorum. Agnostik ya da ateist değildi' diye konuştu. Mete Tuncay daha önce de, “Atatürk Bulgaristan’daki ataşeliği döneminde İslâm ve diğer dinlerle arasındaki mesafeyi tamamen açmıştı. Atatürk sonuna kadar deistti. Dinlerin biraz safsata olduğunu kabul etmekle birlikte bir yaratıcının, Tanrının varlığına inanıyordu” demişti.
“Deist, kelime anlamıyla Tanrı'ya inanan ama dinlere inanmayan manasına geliyor. Deistler genelde doğaüstü olayları (kehanet veyahutta mucizeler), Yaradan'ın dinlerle olan bağını, kutsal metinleri ve ortaya çıkmış tüm dinleri reddederler. Bunun yerine; deistler doğru dini inanışların insan mantığında ve doğal Dünyanın kanunlarında görmeyi tercih ederler. Bu doğrultuda da; varolan tek bir Tanrı'nın ya da üstün varlığı kabul ederler.”
-Nereden çıkarıyorsunuz bütün bunları.. O Şemsi Efendi Mektebinde okudu, Şemsi Efendi'nin gerçek adı Şimon Zwi. Şemsi Efendi Mektebi, Türkçe bilmeyen Musevi çocuklarını haham yetiştirmek üzere, Alatini Efendi'nin desteği ile kurulan bir Kabbala okulu idi. Ilgaz Zorlu bunun Tarih ve Toplum Dergisi'nin ilk sayısında “Şemsi Efendi Mektebi hakkında bilinmeyen birkaç nokta” diye yazdı kardeşim..
-Ilgaz'ın uydurmadığını nasıl anlayacağız bu iddiaları..
-Yok canım uyduruyorlar. Bir defa o komünist fikirleri benimsemişti. Arkadaşlarını “yoldaş” diye selamlıyordu. Komünist Partisi'ni bizzat kendisi kurdurdu.
-Olur mu canım! O, saf kan bir milliyetçiydi.. 10. Yıl Albümüne Hitler'in sözlerinin alınması bir tesadüf değil. Kendine “Führer” diye kartvizit bile bastırdı. O, Türk ulusçuluğunun babasıdır. Türk Ocakları, Ziya Gökalp ne oluyor o zaman?..
-Arkadaşlar Atatürk Masondu. Makedonya Locasına bağlı idi. Yanılıyorsunuz!
-Hadi canım sen de!.
-Mason Locasını kapatan kimdi peki?
-Niye kapattı, kapattı da ne oldu?. Meşriki Azamı kendine müşavir yaptı. Mim Kemal Öke. Niye kapattı? Aynı gayeye hizmet edecek iki cemiyete ihtiyaç yoktur, projelerinizi getirin; Halk Fırkası altında icra edin diye..
-Şimdi anlamadım, Atatürk bir dine inanıyor mu idi, dinsiz mi idi? İnanıyorsa, inandığı din hangisi idi?
Sahi bu işten siz bir şey anladınız mı? Tamam vazgeçtim. Bu konuda anlaşamayacağız..

Peki şöyle yapalım: Hükümetin, Genelkurmay'ın, Diyanet'in, CHP'nin, MHP'nin, SP'nin, İP’in, AK Parti'nin Atatürk'ü aynı Atatürk mü, ya da bunların üzerinde anlaşabilecekleri bir Atatürk olabilir mi? Adnan Hocanın Atatürk'ü ile Atatürkçü Düşünce Derneği'nin Atatürk’ünün aynı kişi olması mümkün mü? Kim doğru söylüyor, gerçeği saptıran kim? O zaman neyi tartışıyoruz, neyi konuşuyoruz ki? Hani konuşmaya başlasak, Atatürk'ün nerede, ne zaman doğduğunu da, ne zaman ve nasıl öldüğünü, Samsun'a ne zaman nasıl çıktığını da tartışacağız. Atatürk'ün Türk, Kürt ve ulus devlete bakışı neydi desem, hiç içinden çıkamazsınız, eminim..

Genelkurmay'ın Atatürk'ü ile, Diyanet'in, Erbakan'ın, Adnan Hocanın, Ahmet Tekin’in, Ahmet Akgül’ün anlattığı aynı Atatürk mü? Ecevit'in, MHP’nin, Baykal’ın, Cumhuriyet gazetesinin, ADD’nin, ÇYDD’nin, Tekin Alp’in, Osman Nuri Çerman’ın, Demirel'in anlattığı kişi aynı kişi olabilir mi? Ya da Kenan Evren’in Atatürk'ü bu anlatılanlardan hangisine benziyor.. Nadi, “Ben Atatürkçü Değilim“ derken ya da Atilla İlhan, “Hangi Atatürk” diye sorarken neyi anlatmaya çalışıyorlardı dersiniz? Bu kafa ile o konuda da anlaşamayacağız.

Tamam anlaşıldı, herkesin Atatürk'ü kendinin olsun.. Ama Atatürk adına birileri çıkıp ahkam kesmesin.. Benim Atatürküm senin Atatürk'ünü döver havalarında dolaşmasın..

Peki şimdi siz bu iddialardan sonra zihninizde nasıl bir resim oluştu?
Selâm ve dua ile.. *

Hiç yorum yok: