15 Ocak 2011 Cumartesi

Müslümanlar için Diplomatik Taltif

Tarih tekerrür ediyorsa eğer, siyaset icabı Müslümanları övücü sözler söylemek Napolyon'a has olamazdı. Ufuk açsın ve sorgulamak için cesaret versin diye Napolyon'un Mısır hikâyesini naklediyorum:

Napolyon, Atatürk, ObamaFransız ihtilalinde yıldızı parlayan Napolyon Bonapart, yerini sağlamlaştırabilmek için o devirde Osmanlı İmparatorluğu'na ait bulunan Mısır'ın işgali fikrini gündeme getirdi. İşgalden amaç, İngiltere'nin Hindistan yolu üzerindeki kontrolüne son verilmesi ve Mısır gibi zengin ve stratejik bir bölgenin Fransız kontrolü altına girmesiydi.

19 Mayıs 1798 sabahı Toulon'dan demir alan 600 gemilik Fransız donanması, taşıdığı 40 bin asker ile 1 Temmuz sabahı İskenderiye önlerine ulaştı. Napolyon, askerlerine yol boyunca “Mısır'ın halkı Müslüman'dır. İnançlarına ve âdetlerine hürmet edin” demişti.

Mısır valisi olan Ebubekir Paşa'nın, Fransız işgali karşısında yapacağı pek bir şey yoktu. Mısır, o dönemde resmen Osmanlı toprağı sayılıyordu ama asıl güç zaten ülkeye asırlardan beri hâkim olan Memlükler'in elindeydi.

Napolyon'un karaya çıktıktan sonraki ilk işi, gemide hazırlatmış olduğu Arapça bir beyannameyi halka duyurmak oldu. Beyannamede şöyle deniyordu:
Rahmân ve Rahîm Olan Allah'ın Adıyla. Allah'tan başka ilâh yoktur. O'nun bir oğlu olmadığı gibi mülkünde ortağı da yoktur. Özgürlük ve eşitlik ilkesi üzerine kurulu olan Fransız Cumhuriyeti adına, Fransız ordularının Başkumandanı General Bonaparte, uzun bir süredir Mısır üzerinde sulta kuran sancakların, Fransız topluluğuna karşı kötü ve aşağılayıcı bir şekilde davrandığını, tüccarlarına her tür eziyeti yaptığını, bundan dolayı da ceza vaktinin geldiğini bütün Mısır halkına ilan eder.

Ne yazıktır ki Gürcistan ve Çerkez dağlarından getirilen bu Memlükler, yeryüzünün en güzel beldesinde yüzyıllar boyunca fecr ü fesat içerisinde hareket etmişlerdir. Fakat âlemlerin Rabbi olan Allah, artık onların hükmünün sona ermesini takdir etmiştir.

Ey Mısırlılar! Size benim buraya dininizi ortadan kaldırmak için geldiğimi söylüyorlar. Bilin ki bu bir yalandır ve bu tür sözlere değer vermeyin. Onlara şunu söyleyin: Ben buraya sizin haklarınızı zalimlerin elinden almak için geldim ve ben Allahu Teala'ya Memlüklerden daha fazla kulluk eder, O'nun peygamberi Muhammed'e ve kitabı Kur'an-ı Kerim'e onlardan daha fazla hürmet ederim.

Onlara aynı zamanda şunu söyleyin: Allah katında bütün insanlar eşittir. Üstünlük ancak akıl, fazilet ve ilimledir. Fakat insanları üstün kılan bu akıl, fazilet ve ilimden Memlükler ne nasip almışlar ki bu dünyada hayatı tatlı kılan her şeye sadece onlar sahip olmak istiyorlar? Nerede mümbit bir toprak bulunsa, Memlükler el koyuyor. En güzel köleler, en iyi atlar, en güzel yurtlar hep Memlüklere ait oluyor. Eğer Mısır diyarı Memlüklerin mülkü ise, o zaman onlar da Allah'ın emrettiği vergiyi ödesinIer. Fakat âlemlerin Rabb'i insanlara karşı merhametli ve adildir. O'nun yardımıyla bu günden itibaren hiçbir Mısırlı önemli mevkilerden men edilmeyecek, onlar arasından akıllı, adil ve ilim sahibi kişiler kendi işlerini yönetecek ve böylece bütün halkın işleri adaletle yapılacaktır.

Eskiden Mısır topraklarında büyük şehirler, geniş kanallar ve canlı bir ticaret vardı. Bütün bunları yok eden, Memlüklerin hırs ve despotluğundan başka bir şey değildir.

Ey kadılar, şeyhler ve imamlar! Ey Şurbeciyya ahalisi! Halkınıza şunu söyleyin: Fransızlar da sadık Müslümanlardır ve bununla uyumlu olarak onlar Roma'yı işgal etmiş ve Hıristiyanları İslâm'a karşı savaş yapmak için kışkırtan Papalık merkezini yerle bir etmiştir. Daha sonra Fransızlar Malta Adası'na gittiler ve Müslümanlara karşı savaşmak için Tanrı'dan emir aldıklarına inanan şövalyeleri oradan kovdular. Dahası Fransızlar kendilerini her daim Osmanlı Sultanı'nın -Allah onun saltanatını daim kılsın- en sadık dostu, düşmanlarının en yaman düşmanı olarak ilan etmiştir. Buna karşılık Memlükler, Osmanlı Sultanı'na itaat etmemiş ve emirlerini yerine getirmemişlerdir. Aslında onlar kendi hırslarından başka hiçbir şeye itaat etmemişlerdir.

Hiç gecikmeden bizimle uyum içinde hareket edecek Mısırlılar için rahmet üstüne rahmet vardır; çünkü onların durumu hemen düzeltilecek ve mevkileri yükseltilecektir. Aynı zamanda evlerinde oturup iki düşmandan birinin tarafını tutmayan, fakat bizi yakından tanıyınca bütün kalpleriyle bize yardıma koşacak olanlar için de büyük nimetler vardır. Memlüklerle ittifak edip bize karşı savaşlarında onlara yardım edenleri ise büyük bir felaket beklemektedir; çünkü onlar hiçbir kaçış yolu bulamayacak ve onların hiçbir izi kalmayacaktır.

Birinci Madde: Fransız ordusunun geçtiği yerlere üç saat uzaklıktaki bütün köyler ordu komutanına, teslim olduklarını ve beyaz, mavi ve kırmızı renklerden oluşan Fransız bayrağını astıklarını söyleyen bir temsilci göndermekle mükelleftirler.

İkinci Madde: Fransız ordusuna karşı ayaklanan bütün köyler yakılacaktır.

Üçüncü Madde: Fransız ordusuna teslim olan bütün köyler Fransız bayrağını, ayrıca dostumuz Osmanlı Sultanı'nın -ilelebed yaşasın- bayrağını asmak zorundadır.

Dördüncü Madde: Her köyün önde gelen kişileri Memlüklere ait bütün mülk, ev ve diğer mal varlıklarını derhal mühürleyecek ve hiçbir şeyin kaybolmaması için azamı gayret gösterecektir.

Şeyhler, kadılar ve imamlar makamlarında durmalıdır. Böylece bütün ahali kendi evinde huzur içinde olacak ve camilerde namazlar adet olduğu üzere kılınmaya devam edecektir. Bütün Mısırlılar Memlüklerin iktidarını ortadan kaldırdığı için Allahu Teala'nın rahmet ve inayetine şükredecek ve yüksek bir sesle şöyle diyecektir: Allah Osmanlı Sultanı'nın şanını daim kılsın! Allah, Fransız ordusunun şanını muhafaza etsin! Allah, Memlüklere lanet etsin ve Mısır halkını ıslah etsin.

İskenderiyye Ordugâhı'nda, Fransa Cumhuriyeti'nin kuruluşunun (6. yılı olan) Messidor ayının 13. gününde, yani Hicrî (1213 yılının) Muharrem ayının sonunda (2 Temmuz 1798) kaleme alınmıştır.
Halkı yanına çeken Napolyon kısa sürede Memlükler'i mağlup etti ve 22 Temmuz'da Kahire'ye girdi. Mısır artık Fransızlar'ın elindeydi. Napolyon Kahire'de kaldığı sürece sık sık dini törenler yaptırdı ve böylelikle halkın direnişe kalkmamasını sağladı.

Napolyon, Mısırlılar'ı dini propagandayla kandırmıştı. Ama İngilizler Ebukir limanındaki Fransız donanmasını ani bir baskınla perişan edince işin rengi değişti. Fransızlar'ın anavatanlarıyla irtibatı kesildi. Osmanlılar da bu sırada Fransa'ya karşı silâhlı bir koalisyon kurmuşlardı.

Moriskoların Hazin Hikayesi

İbrahim Kalın, İslâm ve Batı kitabında Endülüslü Müslümanların maruz kaldıkları baskıyı ve gittikçe nasıl zayıfladıklarını şöyle anlatılıyor:
"Morisko", "Moor" kelimesinden bozma olup "Moritanya'dan gelenler" anlamıyla Kuzey Afrika'dan Güney İspanya'ya göç eden Müslüman Araplar ve Berberler için kullanılmaktaydı. Müslümanların ve Yahudilerin Güney Avrupa'dan zorla çıkartıldığı 1492 yılından sonra İspanya'da kalan Müslümanlara genel olarak Morisko adı verilmekteydi.

Güney İspanya'da yoğunlaşan Müslümanların var olma mücadelesi, 1609 yılına kadar devam etti. Endülüslü Müslümanlar, 1492 yılında üç tercihle karşı karşıyaydılar: Hicret, cebren Hıristiyanlığa geçme ve ölüm.

...

Fakat İspanyol yöneticiler, yarım milyonu aşan Müslüman nüfusun Güney Avrupa'yı bir anda boşaltmasının ekonomik ve dinî maliyetini sınırlamak için, göçü alabildiğine zorlaştırdılar. Göç eden Müslüman ailelerin önemli bir kısmı, göç yollarında haydutların saldırısına uğradı ve telef oldu. 1492'den sonra yüzyıllardır yaşadıkları topraklarda kalmaya karar veren Müslümanların iki alternatifi vardı: Direnmek yahut din değiştirmek. Bu Müslümanlar, tarihe "Morisko" adıyla geçtiler ve İslâm tarihinin en uzun ve zorlu varoluş mücadelesinden birini verdiler.

Oran Fetvası Güney İspanya'ya ulaşınca, Moriskolar takiyye yapmaya başladı.

...Takiyye stratejisinin Hıristiyan din adamlarını ikna etmediği anlaşılıyor.

...Zira 1609 yılına gelindiğinde, İspanyol kardinali bütün Moriskoların "şüpheli bir grup" olarak öldürülmesi yahut İspanya'dan sürülmesi için son fetvasını verir.

Moriskoların 1609 fermanından sonra bir topluluk olarak gittikçe zayıfladıklarını ve dinî - kültürel mânâda asimile olduklarını görüyoruz. Zira evlerin alt katlarında, çatı aralarında, Arapça harflerle yazılmış, birkaç ilmihal ve tarih kitabından ibaret de olsa, varlığını sürdüren İslâm, birkaç nesil sonra bütünüyle ortadan kalkacaktır.
Baskı görmeden zayıflayan günümüz gençliği halini sorgulasın diye...

13 Ocak 2011 Perşembe

Siyon Liderlerinin Protokolleri Üzerine

Fransa’da bulunan bir mason cemiyetinin en nüfuzlu liderlerinin birinden çalındığı söylenen, gerçekliği şüpheli ama ibret verici olan, el yazması notlar halinde elden ele dolaştıktan sonra 1902 yılında Moskova’da bir gazete tarafından tefrika edilen ve 1905 yılında kitaplaştırılan “Siyon Liderlerinin Protokolleri” kitabının bazı ilginç yerlerini yazım ve tercüme hatalarını düzeltmeden genel kültür ve ibret olsun diye “bunu da sorgulayın” diyerek naklediyorum.

Hürriyet, gerçekleşmesi imkânsız bir idealdir. Çünkü kimse onun ölçülü olarak nasıl kullanılacağını bilmez. Halka muayyen bir müddet için kendi kendisini idare etme yetkisini vermek, onları düzensiz bir güruh haline getirmeğe yeter. (s. 13)

Yapılan bu çalışmaların sonunda tatmin edici hedefin gerçekleştirilmesi için halkın seviyesizliği, gevşekliği, sabırsızlığı, kendi çıkar ve zararının sebeplerini anlama ve uygulama zaafı sonuna kadar kullanılmalıdır. Şurası bir gerçektir ki, halkın gücü kör, duygusuz ve şuursuzdur. (s. 15)

Çok eski zamanlarda “hürriyet, eşitlik, kardeşlik” kelimelerini halk kitleleri arasında ilk defa biz bağırdık… Yahudi olmayanların sözde zekî insanları, ilim sahipleri, bu mücerred kelimelerin hakiki mânalarını anlayamadılar. Bunların manalarının ve birbiri ile ilişkideki çelişkiye dikkat etmediler. Görmediler ki… Yaratılıştan akıl, seciye ve kabiliyetler eşit değildir. Düşünmediler ki avam tabakası kördür. (s. 17)

Bu günkü ülkelerin elinde halkın düşünce ve eğilimlerine yön veren bir güç vardır. Bu, basındır. Basının rolü devamlı olarak ihtiyaçları zaruri imiş gibi göstermek, halkın şikâyetlerini ifade etmek ve hoşnutsuzluk meydana getirmektir. İfade hürriyetinin zaferi basında somut hale gelir. Fakat Yahudi olmayan devletler bu kuvvetin nasıl kullanılacağını bilmediler ve o kuvvet bizim elimize geçti. (s. 22)

Bizim öncülüğümüz altında halk, aristokrasiyi ortadan kaldırdı. O aristokrasi ki; kendisinin tek ve yegâne müdafaa vasıtası ve halkın refahına bağlı ve ondan ayrılması imkânsız menfaatleri sebebiyle de kendilerini besleyen bir anne idi. Şimdi aristokrasinin yıkılması sebebiyle halk, para öğüten merhametsiz alçakların pençesine düştü. Bunlar işçilerin boyunlarına acımasız ve zalim bir boyunduruk vurdular. (s. 27)

Böylece halk dürüst kimseleri mahkûm eder ve suçlu kimseleri suçsuz çıkarır, neyi sterse yapabileceğine gittikçe daha çok inanır. Bu durum sayesinde halk her türlü dengeyi yok eder ve her adımda karışıklık meydana getirir. (s. 31)

Bu sebepledir ki bütün imanların el altından mahvına çalışmak, Yahudi olmayanların kafalarından Allah ve maneviyat düşüncelerini silmek ve onların yerine aritmetik hesaplar ve maddî ihtiyaçları yerleştirmek bizim için zaruridir. Yahudi olmayanlara düşünme ve farkına varma hususunda zaman bırakmamak için onların aklını sanayi ve ticarete çevirmelidir. Böylece bütün milletler kâr peşinde ve yarışında bütünüyle yutulacak ve müşterek düşmanlarını fark etmeyeceklerdir. (s. 34)

Bozulmanın her yeri sardığı, zenginlerin ancak yarı dolandırıcılık düzenlerinin becerikli sürpriz taktikleri ile kazanç sağladıkları, nemelazımcılığın hüküm sürdüğü, ahlâkın gönüllü olarak kabul edilen prensiplerle değil cezaî tedbirler ve sert kanunlarla korunduğu, iman ve memlekete dair duyguların kozmopolit inançlarla silindiği toplumlara ne şekilde bir idare tarzı verilebilir? Bu toplumlara biraz sonra anlatacağım baskıdan başka ne şekilde bir idare verilebilir? (s. 35)

Halk, tahtlarında oturan krallara Allah’ın iradesinin bir tezahürü olarak gördüğü dönemlerde kralların müstebit iktidarına ses çıkarmadan boyun eğerlerdi. Fakat biz onların kafalarına kendi hakları konusunda bazı düşünceler soktuğumuz günden beri tahtların sahiplerini alelâde şahıslar gibi görmeğe başlamışlardır. Ayrıca onları Allah’a imandan da uzaklaştırdık. Böylece iktidarın otoritesi halkın hâkim olduğu sokaklara geçti ve tarafımızdan yönlendirildi. (s. 36)

Yöneticiliğimizin en mühim amacı şu hususları ihtiva eder: Halkın zihnini tenkit ile bozmak, onu mukavemet uyandıran ciddî düşüncelerden uzaklaştırmak, zihnî melekeleri boş nutukların sahte savaşı ile meşgul etmek. (s. 37)

Kamuoyunu avucumuzun içine almak gayesiyle her yönüyle birbirine zıt fikirleri netice çıkarmayacak şekilde karşı karşıya getirerek, bu karışıklık içinde Yahudi olmayanların başlarının dönmesi ve her çeşit siyasi konuda hiçbir fikir sahibi olmamanın en iyi hâl yolu olduğu kanaatine varmaları için, yeterli bir zaman boyunca çalışarak onları doğru düşünemez hâle getirmeliyiz. (s. 38)

Devletimizde sorumlu mevkileri Yahudi kardeşlerimize tevdi etmekte herhangi bir tehlike mevcut olmayacağı zamana kadar, geçici bir dönem için bu mevkileri mazisi ve şöhreti, kendileri ile halk arasında bir uçurum teşkil eden şahısların ellerine vereceğiz. O şahıslar eğer bizim emirlerimize itaat etmezlerse cezaî sorumluluk ile veya ortadan kaybolma durumu ile karşılaşacaklardır. (s. 48)

Her şeyi yutan terör usullerinin patenti bize aittir. Her türlü görüş ve düşünce sahipleri; monarşiyi geri getirmek isteyenler, demagoglar, sosyalistler, komünistler ve her çeşitten ütopik hayalciler bizim hizmetimizdedir. Biz onların hepsini hizmete koştuk. Onların her biri kendi alanlarına ait iktidarın son kalıntılarının dayanaklarını yok etmekle meşgul ve düzenin bütün kuruluşlarının altlarını oyma çabasındadırlar. Bu faaliyetler sebebi ile bütün ülkeler sistemli bir saldırı altındadırlar. İnsanlar barış ve sükûn istiyorlar. Onlar sulh için her şeyi feda etmeğe hazırdırlar. Fakat biz onlara rahat ve huzur vermeyeceğiz; tâ ki onlar bizim enternasyonal üstün hâkimiyetimizi açıkça ve itaatkâr bir şekilde tanıyıncaya kadar. (s. 50)

Yanlış olduğu bizce bilinen, bununla beraber tarafımızdan telkin edilen prensip ve teoriler içinde yetiştirmek suretiyle Yahudi olmayanların gençliğini aldattık, şaşırttık ve bozduk. Mevcut kanunlar üzerinde temel değişiklikler yapmaksızın ve sadece onlara birbirine zıt yorumlar içinde yanlış mana vererek sonuçlar alınması yolunda bazı büyük hamleler yaptık. (s. 52)

Çünkü onlar genel arenadaki gösteri ile tatmin olurlar ve vaatlerini icraatın takip edip etmediğine pek dikkat etmezler. (s. 38) Hükümet ve halkların, siyasette dış görünüş ile yetindiklerini aklınızda tutmanızı rica edeceğim. (s. 53)

Bizim tam hâkimiyetimizi elde etmemize geçmeden önceki yeni rejim döneminde bulunduğumuz sırada, halk arasındaki dürüst olmayan hareketlerin hiçbir çeşidinin basın tarafından herhangi bir şekilde açıklanmasına müsaade etmemeliyiz. Yeni rejimin su işlenmesini bile ortadan kaldıracak bir derecede herkesi memnun ettiği düşüncesini vermek için bu lüzumludur. Suç işlenmesi hallerini ancak o suçlara maruz kalanlarla tesadüfen şahit olanlar bileceklerdir. (s. 71)

Biz bu sırada bu tartışmalardan fazla yükselen gürültüler arasında sessizce istediğimiz tedbirleri alacağız ve sonuçlandıracağız. O zaman onları halka bir emrivaki gibi göstereceğiz. Hepsi birer ilerleme gibi gösterilmiş olacağı için bir kere kararlaştırılmış olan bir meselenin ilga edilmesini istemeğe kimse cesaret edemeyecek ve basın derhal halkın düşünce akışını yeni meselelere çevirecektir. Nitekim halkı daima yeni şeyler aramaya alıştırmadık mı? (s. 73)

Kitleler kendi bulundukları durumları anlamasınlar diye biz onları ayrıca zevkler, oyunlar, eğlenceler, tutkular, halka mahsus eğlence yerleri ile de başka yönlere çekeceğiz. (s. 74)

Prensiplerimizin ve metotlarımızın tüm gücü, bizim onları sosyal hayattaki ölü ve kokuşmuş eski düzene ait şeylerin parlak bir tezadı gibi göstermemiz ve o şekilde yorumlamamız keyfiyetinde yatar. Filozoflarımız Yahudi olmayanların inançlarının eksik ve kusurlarını münakaşa edeceklerdir. (s. 78)

Biz insanların hafızalarından önceki yüzyılların hoşumuza gitmeyen bütün olaylarını sileceğiz. Sadece Yahudi olmayan hükümetlerin bütün hatalarını tasvir edenleri bırakacağız. (s. 94)
127 sayfalık kitabın son kısımları Yahudilerin kurmayı planladıkları devletin yapısıyla alakalı olduğu için ilgi çekici değildi.