31 Ağustos 2008 Pazar

Atatürk'ün Dine Bakışı 1

Muğlakta kalan önemli konulardan bir tanesi Atatürk'ün İslam dinine bakış açısıdır. Kimileri bunun sorgulanmasına karşı çıkıp "Neyse ne, sanane" diyebilir. Ancak Cumhuriyetin ilk dönemlerinden bu yana Atatürk ve inkilapları bahane edilerek müslümanlara baskı, eziyet ve daha birçok farklı türde zulümler uygulanmakta, sonra pişkin pişkin "Sizin dinizde zaten bu yok", "İslam'da bu şart değil", "Bu kısmı arap adeti" diyerek haklı çıkılmaya çalışılmaktadır. O yüzden bu meselenin araştırılması gerekmektdir.

Öncelikle şurası iyi bilinmelidir ki Atatürk İslam dinine hem karşı çıkmış hem de onu savunmuştur. Bir yazar Atatürk'ün dindar olduğunu iddia edip spatlayabileceği gibi başka bir yazar da Atatürk'ün her türlü dogmaya karşı olduğunu, bu yüzden hiç bir dini kabul etmediğini iddia edip ispat edebilir.

Atatürk'ün Dindar Olduğunu İddia Edenlerin Delilleri

Türklerin İslam'a karıştırdıkları hurafelerden şöyle bahsediyor:
Türkler, İslam oldukları halde, bozulmaya, yoksulluğa, gerilemeye maruz kaldılar; geçmişin batıl alışkanlık ve inançlarıyla İslamiyet'i karıştırdıkları ve bu suretle gerçek İslamiyet'ten uzaklaştıkları için, kendilerini düşmanlarının esiri yaptılar. Gerçek İslam'ın çok yüce, çok kıymetli gerçeklerini olduğu gibi almamakta inatçı bulundular. İşte gerilememizin belli başlı sebeplerini bu nokta teşkil ediyor... (Sadi Borak, Atatürk ve Din, s. 36-37)
İslam dininin mükemmel ve son din olduğunu şu sözleriyle söylüyor:
Bilhassa bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü vardır. Bu ölçü ile hangi şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa halkın menfaatine uygundur; biliniz ki o bizim dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, milletin menfaatine, İslam'ın menfaatine uygunsa kimseye sormayın. O şey dinidir. Eğer bizim dinimiz aklın mantığın uyduğu bir din olmasaydı mükemmel olmazdı, son din olmazdı. (Atatürk'ün S.D. II, 1923, s. 127)

Orjinali:
“Bilhassa bizim dinimiz için, herkesin elinde bir miyar vardır. Bu miyarla hangi şeyin bu dine muvafık olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa menfaatı ammeye muvafıktır, biliniz ki o bizim dinimize de muvafıktır. Bir şey, akla, mantığa, milletin menfaatına, islamın menfaatına muvafıksa kimseye sormayın, o şey dindir. Eğer bizim dinimiz akla, mantığa tetabuk ettiği bir din olmasaydı ekmel olmazdı. Ahir din olmazdı.”
Atatürk; Peygamber Efendimizi çok iyi tanımış, onun üstün özelliklerini çeşitli vesilelerle anlatmıştır:
O, Allah'ın birinci ve en büyük kuludur. O'nun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir; fakat sonuca kadar O, ölümsüzdür. (Dr. Utkan Kocatürk, Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri)
'O'nun hak peygamber olduğundan şüphe edenler, şu haritaya baksınlar ve Bedir destanını okusunlar. Hz. Muhammed (sav)'in bir avuç imanlı Müslümanla mahşer gibi kalabalık ve alabildiğine zengin Kureyş ordusuna karşı Bedir'de kazandığı zafer, fani insanların karı değildir; O'nun peygamber olduğunun en kuvvetli işareti işte bu savaştır. (Hakikati Tasvir, "Ş. Günaltay'ın Anıları")

"Bütün dünyanın Müslümanları Allah'ın son peygamberi Hz. Muhammed'in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli. Tüm Müslümanlar Hz. Muhammed'i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli; İslamiyet'in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli. Zira ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler." (Atatürk, Nedim Senbai, A.Ü. Dil, Tarih, Coğrafya Yay., s. 102, 1979)
Atatürk'ün Hz. Muhammed (sav)'e duyulacak sevgiyi tarif ettiği sözleri ise şöyledir:
Büyük bir inkılap yapan Hazreti Muhammed (sav)'e karşı beslenilen sevgi, ancak onun ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla tecelli edebilir. (Şemsettin Günaltay, Ülkü Dergisi, sayı 100, s. 4)
Atatürkün müslüman ve dindar olduğunu ilan edişi:
'... Halbuki Elhamdülillah, hepimiz Müslümanız, hepimiz dindarız....'
(16 Mart 1923, Adana Türk Ocağı, esnaf ve sanatkarlarla toplantı)
Atatürk'ün günlüklerinde 1922 yılının Mart ayında Sivrihisar, Aziziye ve Akşehir'de hafızlara sık sık Kur'an okuttuğu görülür.

TBMM'nin açılış bildirisi ve Atatürk'ün 7 Şubat 1923 tarihinde Zağanos Paşa Camii'nde verdiği Balıkesir hutbesi adıyla anılan hutbesi de ayrıca incelenmesi gereken konulardır. Şu anda bunlara değinmeyeceğim ancak okunmalarının her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı için zaruri olduğunu düşünüyorum.

Atatürk'ün son sözü şu olmuştu:
Hz. Muhammed'in bir avuç imanlı Müslümanla mahşer gibi kalabalık ve alabildiğine zengin Kureyş ordusuna karşı Bedir meydan muharebesinde kazandığı zafer, fani insanların karı değildir, O'nun Peygamberliğinin en kuvvetli delili işte bu savaştır. (Atatürk ve Din Eğitimi, Ahmet Gürbaş, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, s.28)
Atatürk"ün Hz. Muhammed'e duyulacak sevgiyi tarif ettiği sözleri ise şöyledir:
"Büyük bir inkılap yaratan Hazreti Muhammed'e karşı beslenilen sevgi, ancak onun ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla tecelli edebilir." (Şemsettin Günaltay, Ülkü Dergisi, sayı 100, s. 4)
İslam Dinine Karşı Bir Tavır Sergilediğinin Delilleri

Öncelikle bilmek gerekir ki Atatürk öldüğünde cenaze namazı kılınmamış, kardeşinin son anda isteği üzerine kısa bir dua okunarak, Dolmabahçe Sarayı bahçesinde bir tören yapılmıştır. Cenazesi herhangi bir camiden kalkmamıştır. Bu olay, yetişmesini istediği neslin ürünüdür.

Balıkesir hutbesi Atatürk'ün inancı hakkında bir delil olmaz. Napolyon gibi bir imparator dahi Mısır seferi sırasında Mısırlılara kendisinin de bir Müslüman olduğunu söylemiştir. Aynı şekilde Atatürk de uygulamak istediği siyaset icabı, halk önünde böyle bir konuşma yapmamayı uygun görmüştür. Ancak, kendi öz düşüncelerine baktığımızda, İslam hakkındaki görüşlerinin Müslümanlar tarafından pek kabul edilebilir nitelikte olmadığı açıkça görülür.

Atatürk'ün emriyle liselerde okutulan Tarih Kitabı (1931) II. cilt, "Kur'an ve Vahiy":
"Muhammed'in koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kur'an denir..... İslam ananesinde bu ayetlerin Muhammed'e Cebrail adında bir melek vasıtasıyla Allah tarafından vahiy, yani ilham edildiği kabul olunur.

Tarihi nokta-ı nazardan da mütalaa edildiği zaman görülüyor ki; Muhammed birdenbire Allah'ın Resulüyüm diyerek ortaya çıkmamıştır. O, Arapların ahlak ve adetlerinin pek fena ve iptidai ve islaha muhtaç olduğunu anlamış, bunları islah için tenha yerlere çekilerek senelerce düşünmüş ve yıllarca tefekkürden sonra kendisinde vahiy ve ilham fikri doğmuştur....."
Afet İnan'ın "Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk'ün El Yazmaları" kitabından:
"Gerçekte dinleri konusunda halkın hiçbir fikri yoktur; din dediği şey, bilinmeyen inanç dizgelerine ve gizle karışık emellere kör bağlılıktan başka birşey değildir."
"Tarih bize öğretir ki, bütün dinler, milletlerin cehaletlerinin yardımıyla, utanmaksızın Tanrı tarafından gönderildiğini söyleyen adamlar tarafından tesis olunmuştur."
"Tüm dönemlerde toplumun kutsallaştırdığı boş düşüncelerden tehlikesizce sıyrılmak imkansızdır."

"Kur'an'ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndüler!"
Afet İnan'ın Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk'ün El Yazmaları kitabından:
"Hürriyet insanın düşündüğünü ve dilediğini başka birinin hiçbir tesir ve müdahalesi olmaksızın mutlak olarak yapabilmesidir. Bu târif Hürriyet kelimesinin en geniş mânasıdır. İnsanlar bu mânada Hürriyete hiçbir zaman sahip olmamışlardır ve olamazlar. Çünkü malumdur ki insan tabiatın mahlûkudur. Tabiatın kendisi dahi mutlak hür değildir, kâinatın kanunlarına tâbidir."

"Tabiatın ve tarihin mahsulü olan bir milletin fertleri daima bu hakikatle karşı karşıya bulunur ve ona hürmet eder."

"Ibtidaî insan kümelerinde ata korkusu ve nihayet büyük kabile ve kavimlerde ata korkusu yerine kâim olan Allah korkusu insanların kafalarında ve hareketlerinde hesapsız memnular yaratmıştır!"

"Tabiatın herşeyden büyük ve herşey olduğu anlaşıldıkça tabiatın çocuğu olan insan kendinin de büyüklüğünü ve haysiyetini anlamaya başladı."
Bu da aynı konudaki başka bir sözü:
"Natür, İnsanları türetti,onları kendine taptırdı da." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri)
İsmet Bozdağ'ın Kitabından bu konu hakkındaki bilginin birazı:
Kazım Karabekir şöyle anlatıyor:
"10 Temmuz 1923 Ankara istasyonundaki kalem-i mahsus binasında Fırka nizamnamesini müzakereden sonra, Gazi ile yalnız kalarak hasbihallere başlamıştık.

"Dini ve namusu olanlar aç kalmaya mahkumdurlar" dediler. Kendisini hilafet ve saltanat makamına layık gören ve bu hususlarda teşebbüslerde de bulunan, din ve namus lehinde türlü sözler söyleyen ve hatta hutbe okuyan, benim kapalı yerlerde baş açıklığımla latife eden, fes ve kalpak yerine kumaş başlık teklifimi hoş görmeyen Mustafa Kemal Paşa, benim hayretle baktığımı görünce, şu izahatı verdi:

"Dini ve namusu olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkumdurlar! Böyle kimselerle memleketi zenginleştirmek mümkün değildir. Bunun için önce din ve namus anlayışını değiştirmeliyiz. Partiyi bunu kabul edenlerle kuvvetlendirmeli ve bunları çabuk zengin etmeliyiz!" (Kazım Karabekir, Paşaların Kavgası: Atatürk-Karabekir, Yayına hazırlayan: İsmet Bozdağ, Emre Yayınları, Aralık 1991, s.143)
(Aynı hatıraları Uğur Mumcu "Kazım Karabekir Anlatıyor" ismiyle neşretmişti. Oradaki ifade şöyledir: "Bunun için önce din ve namus telakkisini kaldırmalıyız.")

Karabekir 14 Ağustos 1923 tarihinde Türk Ocağı’nda verilen bir çay ziyafetine gitmeden önce şu bilgileri işitdiğini bildiriyor:
"Gazi Kur’an-ı Kerimi bazı İslamlık aleyhdarı züppelere tercüme ettirmek arzusundadır. Sonra da Kur’anın Arapça okunmasını namazda bile yasaklayarak bu tercümeyi okutacak! Ve o züppelerle işi alaya boğarak, güya Kur’anı da, İslamlığı da kaldıracaktır!"
Akşam M. Kemal’e bu konudaki itirazlarını bildirince olanları şöyle anlatıyor:
"M. Kemal paşa beyanatıma karşı hiddetle bütün içini ortaya döktü:
Evet Karabekir; Arapoğlunun yavelerini Türkoğullarına öğretmek için Kur’anı Türkçeye tercüme ettireceğim ve böylece de okutacağım. Ta ki budalalık edip aldanmakda devam etmesinler!...
Şüphe yok ki, yakın günlere kadar Kur’anı ve Peygamberi her yerde medh ve sena eden ve hatta hutbe okuyan bir insandan bu sözleri beklemek herkese eza veriyordu."
(Kazım Karabekir, Paşaların Kavgası: Atatürk-Karabekir, Yayına hazırlayan: İsmet Bozdağ, Emre Yayınları, Aralık 1991, s.158-159)
"Gökten indiği sanılan kitaplar" sözünü sarfettiği cümle:
"Dünyaca bilinmektedir ki, bizim devlet yönetimimizdeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, yönetimde ve politikada bizi aydınlatıcı ana çizgilerdir. Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların doğmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz." (Atatürk'ün 1 Kasım 1937 günü TBMM'de yaptığı konuşmasından)
Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk'ün El Yazmaları kitabından başka bir konu:
"Türkler Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arapların dinini kabul ettikten sonra, bu din, ne Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne de Mısırlıların vesairenin Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir tesir etmedi. Bilâkis, Türk milletinin milli rabıtalarını gevşetti; milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu. Bu pek tabii idi. Çünkü, Muhammedin kurduğu dinin gayesi, bütün milliyetlerin fevkinde, şamil bir Arap milliyeti siyasetine müncer oluyordu." (Medeni Bilgiler, Kemal Atatürk, s.364)
İlk kez 1931 yılında basılan "Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri" kitabında İslam ve Hz. Muhammed (s.a.s)’le ilgili ilginç "küçümseyici" ifadeler yer alıyor. 1932’de de T.T.T. Cemiyeti Tarafından yazılan ve 1941 yılına kadar liselerde okutulan Tarih kitaplarında, İslam dini ve peygamberi Hz. Muhammed’le ilgili hakarete varan ifadeler kullanılıyor. İşte kitaplardan birisi:

Orta Zamanlar Tarih 2
Muallim Abdülbaki'nin yazdığı, 1927-1931 yılları arasında Türkiye’de 3., 4. ve 5. sınıflara okutulan "Cumhuriyet Çocuğunun Din Dersleri" isimli kitapta her türlü dini mesele Atatürk ve Türklük ile bağdaştırılıyor ve İslam dini "Namaz kılmasanız da bir şey olmaz" tarzında öğretiliyor. Kaynak Yayınları tarafından 2005 yılında tekrar basılan bu kitaptan birkaç alıntı:
"Kurban bayramlarında da bir kurban keserek kendimiz yiyeceğimize, muhtaç olmayan komşularımıza dağıtacağımıza, kurban paralarını bu cemiyetlerden birine verirsek, Allah daha çok razı olur."
"Allah’a en büyük ibadet, onu sevmek, hayırlı bir insan olmak, milletimize, vatanımıza, hükümetimize, sonra da bütün insanlara faydamızın dokunmasıdır. Yoksa namaz kılmakla, oruç tutmakla hiç kimseye bir hayır etmiş olmayız."
Daha fazla bilgi için Atatürk'ün emri ile okutulan o dönemin kitaplarını inceşeyebilirasiniz.

Atatürk'ün, ABD Büyükelçisi Charles H. Sherrill'e 1933'te açıkladığı "dinle ilgili" düşünceleri de bu bağlamda okunması gerekn bir konudur ki ben burada değinmeyeceğim.

Bu konuda daha fazla bilgi edinmek isterseniz araştırmaya devam edebilirsiniz. Ama unutmayın ki aradığınız kaynakların önemli bir bölümü sansürlenmiştir. Sözü fazla uzatmaya gerek yok. İmanın bir cüzünü inkar eden tümünü inkar etmiş olur kaidesince Atatürk'ün İslam aleyhindeki bir sözü de bu ikici görüşü ispat etmeye yeter.

Peki Bu Ne Demek Oluyor?

Atatürk için önemli olan aklındaki muasır medenyetler seviyesine çıkmaktır. Bunun da geçmişe bağlılıkla değil bilim ve fen ile olacağını savunur:
"Gözlerimizi kapayıp tek başına yaşadığımızı düşünemeyiz. Memleketimizi bir çember içine alıp dünya ile ilgisiz yaşayamayız. Aksine yükselmiş, ilerlemiş, uygar bir millet olarak uygarlık düzeninin üzerinde yaşayacağız. Bu hayat ancak bilim ve fen ile olur. Bilim ve fen nerede ise oradan alacağız. Ve her millet ferdinin kafasına koyacağız. Hayat ve geçime egemen olan kuralların zaman ile değişme, gelişme ve yenilenmesi zorunludur. Uygarlığın buluşlarının, tekniğin harikalarının dünyayı değişiklikten değişikliğe uğrattığı bir devirde asırlık köhne zihniyetlerle, geçmişe bağlılık ile varlığın korunması mümkün değildir. Uygarlık öyle kuvvetli bir ateştir ki, ona ilgisiz kalanları yakar, yok eder. Uygar olamayan insanlar ve toplumlar, daima uygar olanların ayakları altında kalmaya mahkûm olacaklardır."
Atatürk kendini bilim ve fene o kadar kaptırmıştır ki
"De ki: Allah dilemedikçe, ben ne kendime bir fayda sağlayabilirim ve kendimden bir zarar uzaklaştırabilirim"(Araf, 7/188)
mealindeki ayete aykırı olarak tüm menfaatlerin ilim ve fenle olacağını sanmıştır:
"Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, muvaffakiyet için, en hakiki mürşit ilimdir, fendir; ilim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir. Yalnız, ilim ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının tekamülünü idrak etmek ve terakkiyatını zamanında takip eylemek şarttır."
Başka bir söze göre de çalışmakla olacağını sanmıştır:
"Hiçbir şeye ihtiyacımız yok, yalnız bir şeye ihtiyacımız vardır; çalışkan olmak!"
Atatürk'e göre İslam dini de akla, mantığa ve halkın menfaatine uygun olduğu sürece kabul edilebilir:
"Bilhassa bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü vardır. Bu ölçü ile hangi şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa halkın menfaatine uygundur; biliniz ki o bizim dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, milletin menfaatine, İslam'ın menfaatine uygunsa kimseye sormayın. O şey dinidir. Eğer bizim dinimiz aklın mantığın uyduğu bir din olmasaydı mükemmel olmazdı, son din olmazdı. (Atatürk'ün S.D. II, 1923, s. 127)"
"Ben manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında, belki amaçlara tamamen eremediğimizi, fakat asla ödün vermediğimizi, akıl ve bilimi rehber edindiğimizi onaylayacaklardır. Zaman süratle ilerliyor, ulusların, toplumların, bireyleri mutluluk ve mutsuzluk anlayışları değişiyor. Böyle bir dünyada asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve bilimin gelişmesini yadsımak olur. Benim Türk ulusu için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver (doğrultu) üzerinde, akıl ve bilimin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar."
Atatürk, İslam dininin tamamen ilme ve mantığa uygun bir din olduğunu şöyle ifade etmiştir:
"Bizim dinimiz en makul ve en doğal bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin doğal olması için akla, tekniğe, ilme ve mantığa uygun olması gerekir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur. ... İslam'ın sosyal hayatı içinde hiç kimsenin, bir özel sınıf halinde varlığını sürdürme hakkı yoktur. Kendilerinde böyle bir hak görenler dini kurallara uygun harekette bulunmuş olmazlar. Bizde ruhbanlık yoktur, hepimiz eşitiz ve dinimizin kurallarını eşit olarak öğrenmeye mecburuz." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, c. 2, s. 93)

Orjinali:
“Bizim dinimiz en makul ve en tabii bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin tabii olması için akla, fenne, ilme, mantığa tetabuk etmesi lazımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen mutabıktır.”

"Müslümanlık, aslında en geniş mânasıyla müsamahalı ve çağdaş bir dindir."(Atatürk’ten B.H., s. 70)
Aksi takdirde evinizi kurtarmak için verdiğiniz çetin bir mücadele sonrası kapı dışarı ediliverirsiniz. Atatürk'ün meşhur sözlerinden:
"Efendiler ve ey millet, biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz. En doğru en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır."
Dininizin temeli de çok sağlam olmalı. Yoksa daha sağlam temeller üzerine yeni bir bina (din) ile de karşılaşıverebilirsiniz:
"Din vardır ve lazımdır. Temeli çok sağlam bir dinimiz var. Malzemesi iyi; fakat bina uzun asırlardır ihmale uğramış. Harçlar döküldükçe yeni harç yapıp binayı takviye etmek lüzumu hissedilmemiş. Aksine olarak bir çok yabancı unsur (tefsirler, hurafeler gibi) binayı fazla hırpalamış. Bugün bu binaya dokunulamaz, tamir de edilmez. Ancak zamanla çatlaklar derinleşecek ve sağlam temeller üzerinde yeni bir bina kurmak lüzumu hasıl olacaktır." (Atatürk Araştırma Merkezi, Atatürk’ün İslam’a Bakışı)
Bütün bunlardan Atatürk'ün İslam'a karşı bir tavır sergilediği ortaya çıkıyor. Bu tavır, Atatürk'ün ilk ölçüsünün bilim ve akıl olmasından ve İslam dinini de bilme ve akla uyduğu sürece kabul edip benimsemesinden kaynaklanıyor. Halbuki bir müslüman için ilk ölçü dinidir. Akıl ve bilim ancak dine hizmet eder.

Fethullah Gülen, Sohbet-i Canan kitabının 55. sayfasında meseleyi şöyle özetliyor:
"Evet, Allah'ın koymuş olduğu sınırların dışına çıkanlar ilmi ve ilmî düşünceyi âdeta kutsamışlar, akla ve mantığa ters olduğu iddiasıyla dine ve dinî değerlere baş kaldırmışlardır. Batı tarihi açısından bakıldığında belki bazı haklı nedenlere dayanan bu yaklaşım, ne yazık ki dinlerin mahiyet ve muhtevalarındaki farklılık hiç nazara alınmadan bize de yansımış ve aynıyla taklit edilmiştir. Eski yıllarda bu durumu bir darağacı misaliyle izah etmeye çalışmıştım. Temelde başkaları için kurulan darağacında hiç hak etmediği halde dinimiz, inançlarımız ve kültürümüz de berdar edilmiştir."
İlk ölçü olarak bilimi ve aklı kabul eden Atatürk'ün namaz kılmasını, kurban kesmesini elbette bekleyemeyiz. Vicdanında hissetmiyor olabilir. Nitekim Atatürk akıl ve bilimin yerini belirledikten sonra da dinin bir vicdan işi olduğunu iddia ederek onu ikinci plana atmış ve üşenen insanlara dini terketmek, dini zorunlulukları kafaya takmamak ve İslam'ın istediği hükmünü kabul edip istediği hükmünü kabul etmemek hususunda cesaret vermiştir:
"Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz, dine saygı gösteririz. Düşünce ve tefekküre muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasde ve fiile dayanan taassupkar hareketlerden sakınıyoruz." (Sadi Borak, Atatürk ve Din, 1962)

“Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur. Yalnız şurası var ki, din, Allah ile kul arasındaki bağlılıktır.”
Onun yolundan gidenlerin kısır akıllarına dayanarak "Benim kalbim temiz", "Kurban kesmek yerine parasını verelim, hatta horoz keselim" gibi sözler sarfetmesi ve eline Kemal Paşa'nın emriyle yazılan Kur'an mealini alıp ahkam kesmeye başlaması çok doğal.

Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak ya da kaş yaparken göz çıkarmak bu olsa gerek. Birkaç hurafeyi terketmek için binlerce bidatin yolunu açmak...

Peki nasıl oluyor da Atatürk hem her türlü dogmaya ve hurafeye karşı oluyor hem de dinin bir vicdan işi olduğunu, kimsenin buna karışamayacağını iddia edebiliyor? Bu sorunun cevabını ben bulamadım. Cevap yerine Murat Belge'nin bir yazısından alıntı yapıyorum:
"Kemalizm genel olarak 'din' olgusuyla sorunu olan bir ideoloji değildir. Sorunu İslam'ladır ve bunun nedeni de bu dini 'ulusal kalkınma'ya engel olarak görmesidir. Ama herhangi bir durumda İslam'ın araçsal bir 'yarar'ı olabilecekse, Kemalist, bunu da sonuna kadar kullanmaya hazırdır."
...
"Müslümanlık yanlıştır' diye bir iddiası yoktur. 'Dindar olmayın' demez ve genel bir (sekülarist) din eleştirisine hiç girmez, bu konuda söylenmiş tek sözü yoktur. Ama "İslam sizin bildiğiniz gibi değildir. Şimdi oturun, kollarınızı göğsünüzde kavuşturup dinleyin, İslam'ın ne olduğunu ben size anlatacağım" der.
Başlar anlatmaya: "İslam'da örtünme..."
...
"Şu halde, özetle, Kemalist, topluma 'Dindar olun, iyidir' der ve arkasından hemen ekler, 'Şimdi dininizi size ben öğreteceğim.' Her türlü dini düşüncenin yarattığı zihni tutsaklıkla mücadele etmez, tersine, o tutsaklığın yarattığı zihni kalıpları kendi biçimlendirdiği 'laik din'in yerleştirilmesi için faydalı araçlar gibi görür, kullanmaya çalışır."